LİYAKAT

Yaşadığımız toplumda devlet yöneticilerinin bir kısmının  bulundukları makama layık olmadıklarından sıkça şikâyet ederiz. Ya da kendi çalıştığımız organizasyondaki lider ve yöneticilerin sahip oldukları ünvan ve makamlara layık kişiler olmadıklarını görür ve bundan üzüntü duyarız.

Mesela devlet görevlerinin dağıtılmasında, bir üniversiteye rektör atanırken ya da diyelim Karayolları’na bir mühendis alınacağı zaman önce “ne kadar dindar” olduğuna bakılmasından rahatsızsınız. Bunun liyakat denilen şeyi, toplum çıkarını ortadan kaldırdığını görüyorsunuz. Sırf daha dindar göründüğü, hatta tarikat ehli olduğu için ondan çok daha bilgilisi, işinin ehli olanlar varken, göreve layık olmayan birisine yetki verildiğini çok sık görüyorsunuz ve doğru bulmuyorsunuz. Canınızı yakıyor: Sonuçta işten anlamayan birisinin başına geçtiği bir doğalgaz dağıtım işinin pek çok insanın canına mal olabildiğini, molalarda namaz kılanların insanları enkazlara pek güzel gömdüğünü gördünüz.

Ya da gazetelere, televizyonlara hakim olan başka dindar kişilerin, sadece dinsizlere inat olsun diye, bilime kafa tutan, “dünya düzdür” diyen başka ehli-i İslam şahıslara ekranları teslim etmesini hazmedemiyorsunuz.

Bilimle uğraşsınlar istediğiniz çocuklarınızı bu kanallardaki bilim öğretmeyi değil din yaymayı amaçlayan belgesellerin karşısına oturtmak hiç içinizden gelmiyor.

Belki tarikatların dini yozlaştırdığını düşünüyorsunuz, belki de dine giden yolu tarikat ehlinin göstereceği görüşündesiniz ama bakanlıkların tarikatlar arasında paylaşıldığı, ihaleler dağıtılırken, mühendislerin, bilim kurullarının değil de tarikat şeyhlerinin, cemaat liderlerinin referansının geçerli olmasını kabullenemiyorsunuz.

Canınızı yakıyor: Sonuçta ister hemşehrilikle, ister tarikat ortaklıklarıyla olsun, bu tür “bağlantılarla” alınan ihalelerde yapılan işlerin sonucu içinde insanların oturduğu binaların yıkılması, insanların yolculuk ettiği trenlerin devrilmesi oluyor.

Siyasetin paralı kişilerin inanç pazarlamasıyla yapılmasına da tepkilisiniz. Cuma namazlarına sizin gibi sessiz sedasız katılmak yerine, arabaları dizip gövde gösterisi yaparak, kameraları çağırarak katılanlarda (belki hepsinde değil ama çoğunda) bir sahtekârlık, bir pazarlamacılık seziyorsunuz.

Bu çağda, Türkiye gibi bir ülkede dinin siyasetin, devlet işlerinin, toplumsal hizmetlerin tam göbeğine yerleştirilmiş olması sizin de sorununuz ve fakat bu sorun bir türlü giderilemiyor.

Çünkü siz dinin Türkiye’nin toplumsal kimliğinin vazgeçilmez, belirleyici ağır basan bir parçası olduğu ısrarınızdan vazgeçmiyorsunuz.

Öyleyse partileri ehli-i İslam kurup yönetecek, doğal gaz dağıtım projelerini onlar yapacak, ihaleler onlara verilecek, üniversiteler, bilim kuruluşları, araştırma görevleri, uzay çalışmaları onlara teslim edilecek.

Öyleyse böyle: Bizim halk olarak kimliğimiz islamdır, bizi bu tanımlar diye ısrar ediyorsanız. Bunlara razı olacaksınız.