Tarih: 06.11.2025 18:15

Harun Değer Türkiye Barışını yerel ölçekte konuşuyor

Facebook Twitter Linked-in

Türkiye, tarihsel olarak çok kimlikli, çok kültürlü ve çok inançlı bir toplumsal yapıya sahiptir. Ancak bu zenginlik, Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren uygulanan merkeziyetçi, ulus- devletçi politikalar sonucunda çoğu zaman homojen bir kimlik altında eritilmeye çalışılmıştır. Bu durum, hem devletin vatandaşlarıyla kurduğu ilişki biçimini tek boyutlu hale getirmiş hem de toplumsal gruplar arasında derin bir güvensizlik oluşturmuştur. Bugün Türkiye'de yeni bir siyaset anlayışına duyulan ihtiyaç, yalnızca siyasi partiler arasındaki rekabetin doğurduğu bir gereklilik değil, aynı zamanda tarihsel bir zorunluluktur. Barış ve kardeşlik temelinde şekillenecek yeni siyaset, yalnızca geçmişin yaralarını sarmakla kalmayacak, aynı zamanda geleceğin demokratik toplumunu inşa etme potansiyeline sahip olacaktır.

Yeni siyasetin en önemli yönü, farklı kimliklerin, kültürlerin ve inançların kendilerini eşit biçimde ifade edebildiği bir demokratik zemin yaratmasıdır. Türkiye, uzun yıllar boyunca "birlik" kavramını "aynılık"la özdeşleştirmiş, dolayısıyla farklılıkları bir tehdit olarak algılamıştır. Oysa çağdaş demokratik toplumlarda birlik, farklılıkların tanınması ve bunların ortak bir yurttaşlık paydasında buluşturulmasıyla mümkündür. Bu nedenle yeni siyaset, yalnızca devletin kimlik politikalarında değil, aynı zamanda siyasal kültürün derinliklerinde bir dönüşüm gerektirmektedir. Barışın kalıcı olabilmesi, "devletin merkezinden" değil, "toplumun tabanından" başlayacak bir diyalog ve güven sürecine dayanmalıdır.

Kürt meselesi, bu dönüşümün merkezinde yer alan en belirgin olgulardan biridir. Kürt halkının yüzyılı aşan kimlik, dil ve kültür mücadelesi, Türkiye'nin demokratikleşme serüveninin de ayrılmaz bir parçasıdır. Kürt meselesinin çözümü, sadece Kürtlerin değil, bütün toplumun daha adil, daha eşit ve daha özgür bir düzen içinde yaşamasını sağlayacak bir dönüm noktası niteliğindedir. Bu bağlamda Kürt hareketinin olası olumlu rolü, barış siyasetinin toplumsal tabanını güçlendirecek niteliktedir. Kürt hareketi, son yıllarda sadece etnik temelli bir hak arayışını değil, aynı zamanda kadın özgürlüğü, ekolojik denge, yerel demokrasi ve toplumsal adalet gibi evrensel değerlere dayanan bir politik söylem geliştirmiştir. Bu durum, hareketin Türkiye'nin genel demokratikleşme sürecine katkı sunabilecek bir potansiyel taşıdığını göstermektedir

Kürt hareketinin demokratik bir aktör olarak Türkiye siyasetinde etkin bir biçimde yer alması, toplumsal uzlaşı açısından iki önemli sonuç doğurabilir. Birincisi, Kürt meselesi etrafında şekillenen tarihsel kırılmaların onarılmasına ve karşılıklı güvenin tesisine zemin hazırlar. İkincisi ise, Türkiye'deki diğer toplumsal kesimlerin—Aleviler, muhafazakârlar, seküler kesimler, kadınlar ve gençler gibi—demokratik taleplerinin ortak bir siyasal çerçevede buluşmasını mümkün kılar. Böyle bir süreç, kimlik temelli siyaseti aşarak "ortak değerler siyaseti"nin oluşmasına katkı sağlayacaktır

Yeni siyaset, bu anlamda yalnızca bir "barış projesi" değil, aynı zamanda bir "toplumsal yeniden inşa projesi" olarak düşünülmelidir. Türkiye'nin geçmişinde yaşanan acıların, dışlanmaların ve ayrımcılıkların kabul edilmesi; hakikatle yüzleşme süreçlerinin başlatılması; dil, kültür ve inanç özgürlüklerinin anayasal güvence altına alınması, barışın toplumsal temellerini güçlendirecektir. Bu noktada adalet, barışın ön koşulu olarak belirir. Adalet olmadan barışın sürdürülebilirliği mümkün değildir. Adaletin sağlanması ise yalnızca hukuki reformlarla değil, toplumsal vicdanın yeniden şekillenmesiyle mümkündür.

Türkiye'de barış ve kardeşlik temelli yeni siyaset, aynı zamanda merkeziyetçi devlet anlayışının yeniden tanımlanmasını da zorunlu kılmaktadır. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, halkın karar alma süreçlerine doğrudan katılımı ve yerinden yönetim ilkelerinin hayata geçirilmesi, hem demokratikleşmeyi hem de toplumsal uzlaşmayı derinleştirecektir. Bu model, Kürtlerin uzun süredir dile getirdiği "demokratik özerklik" fikrini de Türkiye'nin genel demokratikleşme çerçevesiyle uyumlu hale getirebilir. Bu tür bir siyasal düzenleme, bölünme korkularını beslemek yerine, bütün yurttaşların eşit haklara sahip olduğu bir birlik fikrini güçlendirir.

Toplumsal uzlaşı ise yalnızca siyasal elitler arasında yapılan anlaşmalarla değil, halk düzeyinde geliştirilecek bir kültürel dönüşümle mümkündür. Okullarda, medyada, sivil toplumda ve dini kurumlarda barış kültürünün geliştirilmesi; önyargıların, nefret söylemlerinin ve dışlayıcı dilin terk edilmesi; toplumun kendi içindeki farklılıklarla barışmasını kolaylaştıracaktır. Barış, yalnızca devletin politikası olarak değil, halkın bilinçli tercihi olarak içselleştirildiğinde kalıcı hale gelir.

Sonuç olarak, Türkiye'de barış ve kardeşlik ekseninde şekillenecek yeni siyaset, tarihsel yaraların kapanmasına, toplumsal güvenin yeniden tesis edilmesine ve yeni bir demokratik toplumsal sözleşmenin oluşmasına hizmet edecektir. Kürt hareketinin bu süreçte üstleneceği olumlu rol, hem Kürt halkının hem de Türkiye'nin genel demokratik geleceğinin belirleyici unsurlarından biridir. Yeni siyaset, geçmişin inkârına değil, hakikatle yüzleşmeye; baskıya değil, özgürlüğe; dışlamaya değil, kapsayıcılığa dayanmalıdır. Ancak bu şekilde Türkiye, farklılıkların çatıştığı değil, buluştuğu bir ülke haline gelebilir. Barış, yalnızca bir siyasi hedef değil, aynı zamanda ortak bir yaşam idealidir. Bu idealin gerçekleşmesi, Türkiye toplumunun kendi içsel potansiyelini yeniden keşfetmesiyle mümkün olacaktır.

Harun Değer




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —