ALTIN PORTAKAL FİLM FESTİVALİ FİLM SÖYLEŞİLERİYLE SÜRÜYOR 61. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali tüm heyecanıyla sürüyor. Festivalin dördüncü gününde de yerli ve yabancı yarışma filmleri, belgeseller ve özel gösterimlerde seyirci karşısına çıkan filmlerin ekipleri ile seyirciler de gösterim sonrası söyleşilerde birebir buluşmanın keyfini yaşıyor. Antalya Büyükşehir Belediyesi tarafından bu yıl 61’incisi gerçekleştirilen Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde film ekipleri seyirciyle birebir buluşup sinemanın büyüsünü paylaşmaya devam ediyor. Festivalin dördüncü gününde; Ulusal Yarışma filmleri “Sevgili Katilim Berlin” ve “Seni Bıraktığım Yerdeyim”, Ulusal Özel Gösterim programında yer alan “Kurban” ve “Sabırsızlık Zamanı”, Ulusal Belgesel Yarışması’ndan “Kilikya’ya Yolculuk- Fejes’in İzinde” ve “Suyun Hakkı”, Ulusal Belgesel Özel Gösterim filmi “Genco” ve Uluslararası Yarışma filmlerinden “Derûn” ekipleri, gösterimler sonrası seyircilerin sorularını cevapladı. Kaybolmuş iki ruh Berlin’de karşılaşırsa Ulusal Yarışma filmlerinden, Neco Çelik’in yönettiği “Sevgili Katilim Berlin” ekibinden yönetmen Neco Çelik, yapımcı Murat Şeker, başrol oyuncusu Larissa S. Herden ve görüntü yönetmeni Emrah Çelik, AKM Aspendos salonundaki gösterim ardından seyircilerin sorularını cevapladı. Bir Jules Verne uyarlaması olan film için yönetmen Neco Çelik, “Jules Verne’in hikayesi yüz yıldır çeşitli şekillerde anlatıldı sinemada. Ama ilk defa bir kadının ölümü hikayesinyle yola çıkıyor. Bu hikayeyi kadın üzerinden anlatmanın Almanya’da daha iyi olacağını düşündük” diye konuştu. Öykünün Antalya’da başlayıp Almanya’ya uzanmasını ise yapımcı Murat Şeker şöyle açıkladı: “Genelde sinema yaparken Türkiye’den Avrupa’ya yönelik bir finans arayışı vardır, bu sefer Almanya’dan Türkiye’ye dönük finansal destekle yapılmış bir film olduğu için hikayesini de buradan başlatmanın doğru olduğunu düşündük. Biraz tersine oldu ama amacımız; Almanya’dan bir sanatçının da film yapmasının kolay olmadığını, hatta gizli bir ötekileştirme olduğu için, hiç kolay olmadığını göstermek. Altın Portakal’da daha önce anadili Almanca olan bir film yarıştı mı; bilmiyorum ama Almanya’da yaklaşık 3 milyon Türk var, bunların yarısı da Alman vatandaşı, yani aslında Almanca gizli bir anadil” Başroldeki Larissa S. Herden ise projeye, ortak bir oyuncu arkadaşları dolayısıyla dahil olduğunu belirterek rolü ve çekim süreci hakkında şu bilgileri paylaştı: “Harika ve ilham verici bir hikayeydi. Kesinlikle bir parçası olmak istedim. Benim için karakterin oluşumu önemli bir noktaydı. Şöyle bir karakter; hayatta arayışın, tutkunun peşinde gidiyor. Ölüm onun için romantik, şiirsel bir şey o yüzden ona heyecan veriyor. Bu aynı zamanda filmin hem en keyifli hem en zorlayıcı unsuruydu. Bazen reji, oyuncu ve kamera arasında sözsüz anlaşmak gerekiyordu ve orada güven devreye giriyordu. Bu da keyifli ama zorlayıcı bir durumdu” Herden, Türkiye ve Türk sineması üzerine bir soruya karşılık olaraksa “Sadece bir kere Türkiye’de İstanbul’da bulundum ama 17 yaşındaydım. Berlin’de ve ondan önce Gelsenkirchen’da çok Türk arkadaşım vardı ama Türkiye’ye hiç gelmedim. Türk sinemasını da çok bilmiyorum. Şimdi burada keşfetmek benim için çok heyecan verici olacak” diye konuştu. Yapımcı Murat Şeker son olarak filmle ilgili genel yorumunu şu sözlerle özetledi: “Biz filmde karakterin iç dünyasına odaklanmanın daha önemli olduğunu düşündük. O yüzden yoğun bir iç ses kullanımı var; bir şekilde toplum dışına itilmiş, en azından kendini öyle hisseden, bir insanın zihnine girmeye çalıştık. Daha çok Berlin’de kaybolmuş iki ruh karşılaşıyor, diyebiliriz” “Söylenmemiş sözlerin, kapanmamış yaraların filmi” Günün Ulusal Yarışma filmlerinden “Seni Bıraktığım Yerdeyim” ekibi de AKM Aspendos salonundaki gösterimin ardından seyircilerin sorularını cevapladı. Film sonrası söyleşiye; senarist- yönetmen Ümran Safter, yapımcı Suraj Sharma, oyuncular Damla Sönmez, Günkut Güven, Eray Yasin Işık, Yasin Erol, görüntü yönetmeni Rahul Deep, ses tasarımcısı Tuğrul Gültepe ve kurgucu Ulaş Kadiroğlu katıldı. İlk olarak hikayenin çıkış noktası ve gerçek bir hikayeye dayanıp dayanmadığı sorulduğunda Safter, şöyle konuştu: “Yazarken, benim için, geç kalınmışlıkların hikayesi diye başladım. Hepimiz çünkü her şeye geç kalıyoruz. İntihar da üzerine çok düşündüğüm bir konuydu; kayıp ve intiharı bir araya getirdim. Kendi duygularımda etafımdaki insanların kişisel hikayelerini de bir araya getirdim ve böyle bir hikaye ortaya çıktı. Biraz söylenmemiş sözlerin, kapanmamış yaraların filmi” Damla Sönmez ise canlandırdığı karakterin ‘çok fazla soru sorduran bir derinliği’ olduğunu söylerek bu ifadesini şöyle detaylandırdı: “Bana ilk senayo geldikten sonra, Ümran’la bunları uzun uzun konuştuk. Konuştukça da her sorudan on soru daha çıkarabiliyordunuz. Canlandırdığım karakter, Nihan, özelinde benim için hep şöyleydi: Kocaman bir kayıp varken, tutulması gereken bir yas varken -haklı ya da haksız, gerekli ya da gereksiz- hem gündelik hayata hem de geleneklerin getirdiği bir takım yolları izlemeye devam etmesi gerekiyor ve en sonunda hallettiği şey, o günün derdi aslında. Ama esas yası, o sırada başlıyor zaten. Bana biraz herkesin kendi kaybıyla başka türlü yüzleşeceği, duyduğu sorulardan başka sorulara yolculuk edeceğini hatırlatıyor. Nihan da böyle ortaya sorular atan ve bizi düşündüren bir karakter” “Ölümün olmadığına karar verdik” Festivalde bugün Uluslararası Yarışma filmlerindense “Derûn” ekibi, gösterim sonrası seyircilerle birlikteydi. AKM Aspendos salonundaki gösterimin ardından gerçekleşen söyleşiye; senarist Makbule Kosif, yönetmen Müge Uğurlar, oyuncular Esra Erdemir, Hatice Aslan, Furkan Andıç, Furkan Kalabalık, Güven Kıraç, yapımcı Emre Balık, görüntü yönetmeni Sami Saydan, ve ortak yapımcı Engin Varlıbaş katıldı. Güzelliğin her şey olduğu bir dönemde yüzündeki irinler nedeniyle terk edilen bir kadının hikayesini, Mesnevi’nin ilk hikayesi olan ‘Padişah ve cariye’ üzerinden anlatan filmin ortaya çıkışını, senarist Makbule Kosif anlattı: “Aslında tabii ki güzellik var ama temelde nefs var, nefsin aşkla ve sevgiyle savaşı var. Kimin kaybettiği belli filmin sonunda. Ama her şeyden öte biz bu filmi yaparken aslında hayatın başka bir gerçeğiyle karşılaştık, bu nedenle film çok değişti” Kosif, “Yazım aşamasında bir kayıp yaşadık” dedikten sonra duygulandığı için sözlerine devam edemeyince sözü, yönetmen Müge Uğurlar aldı: “Bu kayıpla beraber ölümle yüzleştik. Filmi yaparken de ölüm, gerçek aşk, nefs, ilahi aşk; hepsi birbirine karıştı. En sonunda da ölümün olmadığına karar verdik. Biz Tuna Saydan’ı kaybettik. Ona bir söz vermiştim; filmine dünyayı gezdireceğim, diye. Şu ana kadar beş ödül aldık; ikisi Hindistan’dan, ikisi Fransa’dan, birisi İtalya’dan. Tuna da bizimle geziyor” Oyuncu Güven Kıraç’sa senaryoyu çok incelikli bulduğu için rolü kabul ettiğini dile getirdi ve şöyle konuştu: “Hikayesi çok katmanlı okumaya elverişli, bu beni çok etkiledi. Çünkü sinemada önce senaryoyu okursunuz; nasıl işlenmiş, ne anlatıyor, nasıl anlatıyor, diyaloglar... Bunlar etkiler kararı. Son sayfayı kapattığımda benim de ‘derûn’umda bir şeyler titredi, filmin gücünü algılamak mümkündü buradan. Yönetmen, sinematografisini en yüksek derecede kullanarak çok iyi bir film koydu ortaya ve dikkat çekmek isterim; bu bir ilk film! Haberlere konu olan çocukların hikayesi Aydın Orak’ın yazıp yönettiği “Sabırsızlık Zamanı”, Ulusal Özel Gösterim programı kapsamında AKM Perge salonunda seyirciyle buluştu. Gösterim sonrası oyuncu Rıza Sönmez ve görüntü yönetmeni Vedat Oyan, seyircilerin sorularını cevapladı. Diyarbakır sıcağına dayanamayıp mahallelerinin yanındaki lüks sitenin havuzuna girmeyi kafaya koyan iki kafadarın maceralarını anlatan filmin hikayesinden bahsederken oyuncu Rıza Sönmez, “Aslında yaz aylarında sıklıkla duyduğumuz haberlerden biri, ‘su kanalında çocuk boğuldu’ haberleridir; bana dokunaklı gelir hep” diye konuştu. Vedat Oyan ise bunu şu şekilde yorumladı: “Bulunduğun yerin bir önemi yoktur, bulunduğun koşulların bir önemi vardır hayatında. O çocuklar büyüdükleri zaman yine bu tür şeylerle mücadele edeceklerdir diye düşünüyorum” Filmin başrolünü paylaşan iki çocuk oyuncunun filme dahil olma sürecini de Oyan aktardı: “Çocuklarla yönetmenimiz daha önce başka bir projede çalıştı. Aydın hem oyuncu hem de oyuncu koçuydu orada. Ben çok başka bir biçim düşünmüştüm ama yönetmenimizin düşündüğü çok daha uygundu filme. Muhtemelen Bağlar’da yaşayan çocuklardı bunlar. Bağlar, Diyarbakır’da çok daha farklı bir noktada olan bir yer. Getto diyemeyiz belki ama biraz daha yoksul ailelerin yaşadığı, iç içe yaşamların hâlâ olduğu bir yerden bahsediyoruz. Haliyle bu çocuklar, bu semtten çıkıp bireyselleşmiş toplum içerisine girme endişesi taşıyor. Bu çocukların kendi hayatlarında bu tarz deneyimler elde ettiklerini düşünüyorum” “Filmdeki bütün mekanlar sıfırdan tasarlandı” İsmail Güneş’in yönettiği “Kurban”sa Ulusal Uzun Metraj Özel Gösterim programı kapsamında seyirci karşısına çıktı. AKM Aspendos salonundaki gösterimin ardından yapımcı Kerim Aydın, başrol oyuncusu Mürşit Ağa Bağ ve görüntü yönetmeni Vedat Oyan seyircilerin karşısına çıktı. Yapımcı Vedat Oyan, Sakarya’nın Taraklı köyünde gerçekleştirilen çekimlerde en büyük zorluğu, mekan bulmakta yaşadıklarını söyledi: “Mekan bulmada çok sorun yaşadık. Dört mevsim çekilen bir filmdi ve gördüğünüz bütün mekanlar sıfırdan yapıldı; hepsi tasarım. Çünkü doğal ışıkla kirli bir film yapmayı istiyorduk” Mürşit Ağa Bağ da bu konudaki çalışmalarını şöyle anlattı: “Gördüğünüz ev de sıfıran tasarlandı, altı ay gibi zamanda tamamladık onu. Diğer yerler de, hepsi boş bir araziydi; hepsini biz kendimiz kurduk. Kahve de banka da sıfırdan yapıldı. Ben oraya gittiğimde çok fazla vaktim olmadı. Çünkü yörenin konuşmasını algılamaya çalıştım, oradaki insanlarla iletişim içerisinde oldum. Bildiğiniz, ırgat gibi çalışıyordum! İlk başlarda yoğun bir şekilde kar vardı. Sonra kar örtüsü kalktı, biz çalışmaya başladık. Sonra karlı bir dönem ve bir bahar dönemi daha oldu” Filmi izleyenlerden oyuncu Gülsen Tuncer ise filme dair yorumlarını şu sözlerle paylaştı: “İzninizle şunun altını çizmek istiyorum: Film için, teknikti, oyunculuktu, bunları konuşabiliriz. Onlar da mükemmeldi ama altını çizmek istediğim şey şu; Türkiye’deki şehitler ilk defa sinema filmi olarak yaratıldı. Acıyla söylüyorum; televizyonda şehit haberlerinde kanal bile değiştiriliyor artık. Olay, genç ve ülkesi için can verenlerin dışında, çok önemli bir olay. O aileleri, o köyleri, o kişileri göstermesi açısından son derece değerli, pırlanta gibi iş çıkartmışsınız, baş tacısınız” Bağ da “Senaryoyu okuduğumda ben de bu bakımdan çok beğenmiştim. Yönetmen, senarist İsmail Güneş çok farklı ve güzel bakış açısı yakalamış. Bu projenin içerisinde olmaktan onur duydum” sözleriyle Tuncer’in yorumunu destekledi. 110 yıl öncesiyle bugünün hikayesi bir arada Bugün, Ulusal Belgesel Yarışması’nda yer alan “Kilikya’ya Yolculuk: Fejes’in İzinde” ve “Suyun Hakkı” adlı yapımlar da AKM Perge salonunda gösterildi. Gösterim sonrası söyleşiye “Kilikya’ya Yolculuk: Fejes’in İzinde”ekibinden; metin yazarı- yönetmen Zehra Yiğit, yönetmen Perihan Taş Öz, görüntü yönetmeni- kurgu editörü- yürütücü yapımcı Ahmet Sait Yıldız, ses ve grafik tasarımcısı Güven Burak Özden ve kameramanlar M. Uluç Ceylani ile Uğur Günay Yavuz katıldı. Zehra Yiğit, “110 yıl öncesinin hikayesini kendi hikayemizle birleştirerek bir yolculuk yaptık. Hem içsel hem de fiziksel bir yolculuk oldu bizim için” diye projeyi özetlerken Ahmet Sait de çekim sürecinden bahsetti: “Teknik kısmında şöyle bir konu vardı: Kırsala gidiyorduk, kırsalda da yaşça çok büyük insanlarla, teknoloji ile deneyimi az olan insanlarla birlikteydik. Dolayısıyla orada büyük bir prodüksiyona ihtiyacımız olmuyor, olsa da istediğinizi alamıyorsunuz. Aynasız kameralar tercih ettik, olabildiğince küçük ekipmanlarla daha dingin gitmeye çalıştık. Benim yaşça büyük insanlarla iletişimim çok rahattı. Onlarla çok kısa sohbetler sonrasında artık kamera bir yerde kayda girmeye başlıyordu. Olabildiğince minimal gittik” “Afrika’ya yağmur yağıyor!” “Suyun Hakkı” ekibindense yönetmen Onur Mehame, ekip ve proje koordinatörü İlknur Enez, kameraman Reyyan Kızılkaya, prodüksiyon asistanı Buse Ketenci ve ses tasarımcısı Tuğrul Gültepe katıldı. Yönetmen Onur Mehame, herkesin doğru bildiği bir yanlışı fark etmesiyle projeyi hayata geçirmeye karar verdiğini söyledi. “Oraya gittiğimde yağmur yağdığını gördüm; bayağı bir yağmur yağıyordu. Bize hep şöyle pazarlandı; kurak toprakların üzerinde ortada kaburgası gözüken bir çocuk var ve Afrika çok kurak. Oysa orada su yönetimi yapılamıyor! Su yönetimi yapılsa kuzeye yağan yağmurlar güneye götürülebilir. Aslında basit! Özünde belgesel tamamında bunu anlatıyor” Yönetmen, çekim takviminde yaşanan beklenmedik hadiseler nedeniyle arzu ettikleri türden bir çekim yapamadıklarını ifade etti. Mehame, “Biraz daha uzun olmasını biz de çok istedik ama 2018- 2019’da çekmeye başladık biz bunu ve Güney Sudan’daki projenin bitmesini bekledik. Bu arada pandemi geldi. Pandemiden sonra Güney Sudan- Sudan arasında tekrar bir çatışma yaşandı, orası daha güvensiz hale geldi ve oraya gidemedik maalesef. Biz de bir sonu olmasını, oradaki çocukların suya erişimini görmeyi çok isterdik” 100 bin kişinin dinlediği tek bir kişi Festivalde Ulusal Belgesel Özel Gösterim kapsamında AKM Perge salonunda seyirci karşısına çıkan “Genco”nun gösterim sonrası söyleşisine; yapımcı- yönetmen Selçuk Metin, gazeteci-yazar Zeynep Oral, oyuncu Tülay Günal ve Genco Erkal’ın kızı Ayşe Erkal katıldı. Projenin hazırlanmasını ‘zorlu bir süreçti’ diye niteleyen yönetmen Selçuk Metin, şöyle konuştu: “Genco beyle konuştuk, yapacağız dedik fakat Genco beye ulaşmak mümkün değildi. Üstüne pandemi geldi ama pandemi olmasa ben bu belgeseli yapamayacaktım. Çünkü her gün sahnede olan, her gün yüzmeye giden bir insan, bir anda eve kapandı. Bu süreçte de senaryosunu bitirdi. Senaryo bittikten sonra pandemi de bitti, yasaklar kalkmaya başladı, sonra biz İstiklal’de çekim yaptık. Yaklaşık 8 ay sürdü” Metin, Genco Erkal’ı ise şu sözlerle anlattı: “Ben hayatımda böyle disiplinli bir insan görmedim! Birçok kişiyle çalıştım ama Genco bey başkaydı” Oyuncu Tülay Günal da Erkal’la anılarını paylaştı: “Tanışmamız benim 20’lerimin sonlarında. O zaman Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nda mecburi hizmetimi yapıyordum. Bir Delinin Hatıra Defteri’yle geldi. Kimseye benzemeyen bir oyunculuğu vardı, bir tiyatro sihirbazıydı. Hiç unutamadığım bir performanstan söz etmek istiyorum: 70’lerin başında Taksim’de 1 Mayıs günü, belki 100 bin kişi vardı, tek başına ‘Bir Kerem Gibi’ okudu. Ben hayatımda bunca kalabalıktan bunca sessizliği ondan sonra bir daha yaşamadım; bütün Taksim, 100 bin kişi, susmuş, Genco’dan ‘Bir Kerem Gibi’ dinliyordu. Unutulmazdı”