9724,5%-0,42
35,19% 0,30
36,73% 0,92
2968,28% 1,32
4806,92% 0,71
61. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde sona gelindi. Büyük ödüller öncesi, festival filmlerinin ekipleri son kez seyircilerle buluştu. Söyleşilerde bir de duygu dolu sürpriz yaşandı; “Fidan” filminde rol alan,
ALTIN PORTAKAL’DA SON SÖYLEŞİLER 61. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde sona gelindi. Büyük ödüller öncesi, festival filmlerinin ekipleri son kez seyircilerle buluştu. Söyleşilerde bir de duygu dolu sürpriz yaşandı; “Fidan” filminde rol alan, usta sanatçı Göksel Kortay’a, meslekteki 60. yılı onuruna bir ödül takdim edildi. Antalya Büyükşehir Belediyesi’nce gerçekleştirilen 61. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde son gelindi. Bu gece ödül töreniyle veda edecek olan festivalde dün, film ekiplerinin son söyleşileri gerçekleşti. Dünkü söyleşilerden en unutulmazıysa Ulusal Yarışma filmlerinden “Fidan”ınki oldu. Filmde rol alan, usta sanatçı Göksel Kortay’a, meslekteki 60. yılı onuruna, BİROY tarafından bir ödül sunuldu. Kız çocuklarının sessiz çığlığı Festivalde dün Ulusal Yarışma kapsamında Ayçıl Yeltan’ın yönettiği “Fidan” seyirci karşısına çıktı. AKM Aspendos salonundaki gösterimin ardından film ekibi, seyircilerin sorularını cevapladı. Yönetmen Ayçıl Yeltan ile oyuncular Leyma Smyrna Cabas, Alican Yücesoy, Ayça Bingöl ve Göksel Kortay’ın katıldığı söyleşi; usta oyuncu Göksel Kortay’a bir sürprizle başladı. Meslekte 60 yılı geride bırakan Kortay’a, üyesi bulunduğu Oyuncular Birliği (BİROY) adına, BİROY Başkanı Renan Bilek, festival direktörü Deniz Yavuz ile birlikte özel bir ödül takdim etti. Bilek; Kortay’ı şu sözlerle anlattı: “Ben Ferhan Şensoy ustamın yanında çalışırken Tiyatro Hocaları Derneği başkanlığını yapıyordu Göksel hanım. Kendisiyle birebir çalışma imkânımız olmadı ama dernek vasıtasıyla üzerimizde o kadar çok emeği vardır ki... Zarafetiyle, entelektüel birikimiyle çağdaş Türk kadınının en güzel motiflerinden biri”. Festival direktörü Yavuz ise “Böyle kıymetli bir hanımefendiye ve böyle kıymetli bir ödüle ev sahipliği yapmaktan onur duyuyoruz” diye konuştu. Duygulanarak ödülünü alan usta sanatçı Gökel Kortay şunları söyledi: “Meslek yaşamımdaki 60 yılımı gözardı etmeyip beni bu gece bu muhteşem ödül ile taçlandıran BİROY’a çok teşekkür ediyorum. Ve ne güzel bir rastlantıdır ki meğer Antalya Altın Portakal Film Festivali ile yaşıtmışız. 60 yıl dile kolay bir yolculuk ve bu yolculukta oyunculuk var, yönetmenlik var, sunuculuk var, çevirmenlik var, dublaj var. Böyle uzun bir yaşam, Allah’a şükür. Ve ben bu ödülü, aynı zamanda senaristimiz ve yönetmenimiz Ayçıl Yeltan özelinde; hayallerine, rüyalarına hiçbir zaman dur demeyen ve sürekli o hedefe doğru koşan, uğraşan, didinen, vazgeçmeyen, pest etmeyen hem de tek başına hem de dimdik başarabilen tüm kadınlarımız adına alıyorum” Yönetmen Ayçıl Yeltan ise sorular üzerine film hakkında şöyle konuştu: “Kız çocuklarının eğitimi üzerinde durulması gerekiyordu ama ben didaktik bir şey ile çıkmak istemedim burada. Aslında bir çok hikaye var; bir anneyi kaybetmenin büyük acısı, bir ailenin üzerindeki bu trajedi nasıl yaşanıyor, bir baba- kızın bu trajedi yüzünden uzaklaşması ve tekrardan yakınlaşması, Anadolu kadınlarının birbirine desteği gibi. Filmde Fidan hiç konuşmuyor; bunu sessiz bir çığlık gibi düşünün. Televizyonlarda o kadar çok diyaloğa boğuluyoruz ki filmi, herkesin kendi yolcuğuyla seyretmesini istediğim için böyle bir tercihte bulundum. Baştan beri benim kafamda mutlu bitecek şeklindeydi film çünkü bence mutlu sonla biten hikayelere ihtiyacımız var. Kız çocuklarımızın eğitime ihtiyacı var, kendi başlarına karar verebilme güçlerine ihtiyacımız var, bu kararın onlara bırakılmasına ihtiyacımız var” Evleniyoruz da gerçekten mutlu muyuz? Ulusal Yarışma kapsamındaki bir diğer film, “Gülizar” da AKM Aspendos salonunda seyirci karşısına çıktı. Gösterim sonrası yönetmen Belkıs Bayrak, görüntü yönetmeni Kürşat Üresin, yapımcı Murat Yaşar Bayrak ve oyuncular Ecem Uzun, Bekir Behrem ile Hakan Yufkacıoğlu seyircilerden gelen soruları cevapladı. Bayrak, hikayenin kaynağında yüksek lisans hocası Ökten Başol’un olduğunu dile getirdi. Bayrak, bir soruya cevap verirken filmi, genel hatlarıyla şöyle değerlendirdi: “Biz evleniyoruz ama aslında evlendikten sonra inşa ediyoruz. Evlenirken arabaya ‘mutluyuz’ yazıyoruz ama aslında tam olarak nasıl bir şey yaşayacağımızı bilmeden bir beklentiyle yola çıkıyoruz. Burada da öncelikle bir evlilik var hatta önce imam nikahı, sonra resmi nikah; iki kere o sürece şahit oluyoruz ama kurulan o toplumsal bağa rağmen içerde biz hâlâ çok sallantılı olan bir ilişki görüyoruz. Karakterin, evleneceği gece o yokuşu çıkmasıyla aslında ilk defa sahici olarak içindeki ateşin, onu gece gündüz sürekli huzursuz eden şeyin büyüklüğünü fark ettiğini görüyoruz” Annenin acısı, kızların başarısı Eylem Kaftan’ın yönettiği “Bir Gün 365 Saat” filmi ise Ulusal Özel Gösterim programında AKM Aspendos salonundaki gösteriminin ardından seyircilerle buluştu. Film sonrası söyleşiye, yönetmen Eylam Kaftan katıldı. Filmin ortaya çıkışından bahsederken Ahbap Platformu Yönetim Kurulu Üyesi olduğunu dile getiren yönetmen, “Türkiye’nin dört bir yanından şiddete uğrayan, zor hayatlar yaşayan kadınlarla konuşuyorduk. Aile içi cinsel istismarın tahmin ettiğimizden çok daha fazla olduğunu fark ettik. Fikir buradan çıktı” dedi. Kaftan daha sonra baba üzerinden ilerlemeye karar verdiğini dile getirerek “Reyhan’la tanıştım ve tanışır tanışmaz onu kaydetmeye başladım. Adeta cehennemin dibinden yani çok karanlık bir tünelden bir kız çocuğunun, kendi babasını parmaklıkların arkasına koyabilmesi için verdiği mücadele beni çok umutlandırdı” dedi. Kızların annesi Ayşegül ise yaşadıklarını şöyle anlattı: “Çok zor bir süreçti bir yanda sevdiğim adam, kocam bir yanda çocuklarım... Ve bunu benim görmemden ziyade öğretmenin görmüş olması… Öğretmen beni okula çağırdığı ve böyle bir şey olduğunu söyledi. O an algılamak istemiyorsunuz, doğru değildir diyorsunuz ama çocuk yalan söylemez! Öğretmene sordum, doğruluk oranı nedir, diye; öğretmen de doğrulayınca o an benim için sadece çocuklarım vardı artık. Orada sadece kendime kızdım çünkü canları yanmış ve ben bunu görememişim. Sosyal hizmetlerle, çocuk izlenim merkeziyle bizim için çok yoğun bir hafta geçti. Sonrasında tabii psikolojik destek aldık. Bir enkazdaydım ama çocuklarım için kendimi çabuk toparlamam gerekiyordu çünkü başka çaremiz yoktu” Taşraya sıkışan hikayelere kent soluğu Günün Ulusal Özel Gösterim filmlerinden “Büyük Kuşatma” AKM Perge salonundaki gösterimden sonra soru cevap bölümünde seyirciyle buluşan filmler arasındaydı. Söyleşiye, yönetmen Sinan Kesova, yapımcı Ilgın Coşar, sanat yönetmeni Natali Yeres ve oyuncu Alp Öyken katıldı. Yönetmen Kesova, filmin ortaya çıkış sürecini şöyle anlattı: “Türkiye’de sinema son birkaç yılda biraz taşraya sıkışmış halde, dolayısıyla peşinen bir kent filmi olması konusunda karar kıldık ve ilgi alanlarımız üzerinden, bazen bir sahne bazen bir imge üzerinden ilerledik. Dolayısıyla spesifik bir çıkış noktası yok” Oyuncu Alp Öyken ise hikayeyi, “Ne ekersen onu biçersin” sözüyle özetledi ve şöyle konuştu: “Hikayede içerik çok doyurucuydu. Ailevî ilişkileri her zaman sevmişimdir; ta Susam Sokağı’ndan beri. Dikkatinizi çekerim; filmin başında oğluna saygı duymayan bir baba var. Öyle bir baba sonuçta böyle bir evlat sahibi olur” Filmdeki ışık ve sanat düzenlemesi hakkındaki bir soruya, yönetmen; “Şahsen fotoğrafa ve görüntüye çok ilgi duyan biriyim. Film, senaryo ile çok temellendirilen bir şey ama sonuçta bu roman da tiyatro da olabilir. Hikayeyi farklı medyumlar üzerinden anlatabilirsiniz. Ben bir filmin eğer bir sinema filmi olarak izlenmesi gerekiyorsa birincil şartın görüntü ve ses olduğuna inanıyorum” cevabını verdi. Tiyatrocularla çalışmaya dair bir soruyu ise şöyle cevapladı: “Tiyatrocular büyük oynar, algısına katılmıyorum. Son kertede şuna dikkat ediyorum; oyuncuyla kişisel nasıl iletişim kuruyorsun? Tiyatrocu şöyle oynar, diğeri böyle oynar görüşüne katılmıyorum. Tiyatrocular çok kapsamlı bir eğitimden geçiyor” “Türkiye, İran’ın yaşadıklarından ders alsın” Uluslararası Yarışma’da yer alan “Şahit” de dün AKM Aspendos salonunda seyirciyle buluştu. Gösterimin ardından seyircilerin sorularını cevaplandıran film ekibi arasında yönetmen Nadir Saeivar, yapımcılar Said Nur Akkuş, Şeyda Akkuş ve Emre Oskay ile oyuncu Hana Kamkar vardı. Senaryoyu, İran sinemasının önde gelen yönetmenlerinden Cafer Penahî ile yazan yönetmen Nadir Saeivar, süreci şöyle anlattı: “İran, biliyorsunuz ki, ilham yeri. Bir yönetmen çıksa sokağa akşam ezanında, size söz yeriyorum, on tane senaryoyla gelir. Ben erkek olduğum için sokağa çıkmaya cesaretim yoktu. İran’daki kadın hareketlerini, genç kızları, evde oturup sokağa bakıp izliyordum. Kızlardaki cesaret bende yoktu. Ben devletten gizli gizli filmini yaptım sadece. Bu film Türkiye için önemli olabilir. Hiçbir zeval Türkiye’nin başına gelmesin. İran’ın başına gelenlerden ders alın. Cafer Penahî, 2016’da yasaklıydı. Hapis değildi ama her gün bir uçakla başka bir şehre götürülürdü. Bir gün, şansıma, Tebriz uçağında otururken baktım; Panahi oturuyor yanımda. Ben o zaman televizyona komedi dizileri çekiyordum ve bıkmıştım. Dedim ki ben film çekmek istiyorum; “Üçüz”. Bir fikri var, sana yazarım, dedim. Yazdım yolladım. Sonra o film geldi ben de yapımcısı oldum. O zaman ben televizyonda çalıştığım için beni tanıyorlardı, izin falan gerekmedi. Penahî arabada otururdu, ben çekerdim. “Üçüz”ü öyle çektik, Cannes’da senaryoda Palme d’or kazandı. O benim yolumu açtı; ben, kötü diziler çeken adam, iki yılda Cannes ödüllü adam oldum! Ondan sonra Penahî’yle çalışmaya başladık. Ona bu iş için minnettarım” İran’ın önde gelen ses sanatçılarından, oyuncu Hana Kamkar hakkında da bilgi veren yönetmen, “Hana Kamkar, İran’da başını açıp şarkı söylediği için hapse atıldı, pasapotuna el konuldu. Şimdi yeni bir pasaport alıp öyle gelebildi buraya” dedi. Ulusal Belgesel Yarışması’ndaki “Şarap Rengi Deniz”in yapımcısı İnci Taştan, AKM Perge salonundaki gösterimin ardından soruları cevaplandırdı. Taştan, çocukluk arkadaşı da olan yönetmen Nefin Dinç’le bu projede de birlikte çalıştıklarını belirterek filmin ele aldığı iklim değişikliği meselesindeki farklı bakışlara dair şunları söyledi: “Normalde tabii ki iklim olayları, doğanın kendi işleyişinde. Biz aslında süreci birazcık hızlandırıyoruz. Tabii ki dünya soğuyor ve ısınıyor ama belgeselde gördüğünüz gibi gözlemleyen insanların hepsi bunların artık özellikle son on sene içerisinde çok hızlandığını belirtiyor. Birçok dönemde insanlar, değişimi fark etmeden günler geçirmişken artık son on yıldır hepsini çok net bir şekilde görebiliyoruz. Tabii ki fabrikalarımızı kapatamayız, yiyip içmekten, yaşamaktan vazgeçemeyiz ama birtakım önlemler alabiliriz. Herkesin bireysel olarak alabileceği küçük önlemler, ailelerde çocuklara verilecek eğitimler, daha sonra da bunlar politikayla desteklenirse eminim bize güzel bir gelecek olacak” Ulusal Belgesel Yarışma kapsamında seyirci karşısına çıkan bir diğer filmse “Bedri Rahmi Eyüboğlu - Toprağın Sırrına Erenler” oldu. AKM Perge salonundaki gösterimin ardından yapımcı- yönetmen Ali Kemal Pasiner, seyircilerin sorularını cevapladı. Pasiner, belgeselin hazırlık çalışmalarını şöyle anlattı: “Aile, bütün arşivini açtı. Sonra arşiv taraması başladı; torun Rahmi ağabeyi ve sanat tarihi uzmanımız Ömer Faruk Şerifoğlu; kim kimdir diye, hepsini inceledi. Bir seyircinin, filmin müziklerine dikkat çekmesi üzerine Pasiner, müzik üzerinde ne kadar titizlike çalıştığını şöyle ifade etti: “Sedat sokak sanatçısıydı, şimdi dört kitabı var santur üzerine, TRT’de program yapıyor. Bu film için Sedat’tan Preisner’in müzikleri gibi bir şey istedim, Kieslovski filmlerinin bestecisi. Hakikaten de Aşk Üzerine Kısa Bir Film’in müziğindeki hali yakaladı bana ama daha halk müziğine kayacak şekilde; tam istediğimizi yaptı” Ulusal Belgesel Özel Gösterim’inde yer alan “İkiz Başpehlivanların Öyküsü: Balaban” da AKM Perge salonunda gösterildi. Filmden sonra Kırkpınar Başpehlivanı, Şalvar Güreşi Dünya Şampiyonu İsmail Balaban, seyirci karşısına çıktı ve ikiz kardeşiyle birlikte bu spora nasıl başladıklarını anlattı: “Maddiyat isteyen bir şey, bizim de çok fazla maddi imkânımız yoktu. Boşa uğraşmayın, köyünüze, işinize dönün, diyen çok oldu. Biz bu yola ikizimle birlikte çıktık. Köyden Antalya’ya geldik; hafta içi antrenman yapıyorduk, hafta sonları köye gidip bağ bahçe işleri yapıyorduk. Keşke bu işe başlamasaydık, dediğimiz zamanlar oldu ama ikizimle birbirimize dayanak olduk”