9715,58%4,48
37,97% 0,03
40,98% -0,05
3686,87% 0,25
5964,06% 0,02
Azmi Karamahmutoğlu: 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 gibi tarihimize demokrasiye müdahaleler olarak kayda geçen darbeler serisine ne yazık ki yeni bir tarih daha eklendi. Ülkemizin demokrasisine, halkın iradesine yapılan müdahaleler serisine bu kez düşülen kayıt, üniformalı bir müdahale olmayıp bir sivil hükümet darbesi olarak kayda geçti. Bugün beşinci gününde olan yaşanan ortak kanaat, artık 19 Mart'ın bir sivil hükümet darbesi olarak Türk halkının hafızasında yerini aldığı yönündedir. Çünkü yaşanan, halkın yerel yönetimleri belirleyen iradesine el konulmasıdır. Halkın yerel yönetimleri belirleyen iradesine el konulmuştur. Demokrasi tramvayından inenler! Evet, sizi duyduk. Bize seslendiniz, 19 Mart’ta sizi duyduk. "Anayasayı rafa kaldırdık." deyişinizi duyduk. "Hukuk devleti artık yok." deyişinizi duyduk. Seçmen iradesine yapılan müdahale, değerli arkadaşlar, gerçekte sadece İBB örneğine bakarak, ilçe belediyelerine bakarak yerel yönetimlerle sınırlıdır diye düşünemeyiz. Bu yapılan müdahale yerel yönetimlerle sınırlı değildir. Bu hâliyle bir siyasi mühendislikle önümüzdeki ilk Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dönük bir müdahaledir. İlk genel seçimlere dönük bir müdahaledir. Yaşadığımız 19 Mart müdahalesi sadece muhtemel bir adayın yarış dışı bırakılması değil, bunun beraberinde topyekûn muhalefete dönük bir sindirme, bastırma ve dağıtma hareketidir. Bu yapılan, birbirinden farklı muhalif partilerin iktidar karşısındaki dayanışmasını dağıtmak için tek tek tüm muhalif seçmenlere yönelik bir itibarsızlaştırma ve yıldırma müdahalesidir. 19 Mart'a giderken siyasetin doğal akışına yapılan ilk müdahale, iki ay önce, 20 Ocak tarihinde Zafer Partisi Genel Başkanı Sayın Ümit Özdağ’ın yargı marifetiyle Silivri Mahpushanesine hapsedilmesiyle başlamıştır. Bu hapsedilmeyle Sayın Özdağ’ın siyasetten el çektirilmesiyle bu müdahale, 19 Mart müdahalesi başlamıştır. Asılsız bir iddiayla iki ayı aşkın süredir özgürlüğünden yoksun bırakılan, üstelik de iddianamesiz bir şekilde özgürlüğünden yoksun bırakılan Sayın Genel Başkanımız, iktidar sahiplerinin Türkiye aleyhine yürüttükleri politikalara muhalefet oluşturduğu için, yani bir siyasi rakip olduğu için hedef alındı. Ümit Özdağ’ı içi boş, asılsız iddialarla uzun süre hapiste tutamayacağını anlayan erk sahipleri, biliyoruz ki, duyuyoruz ki yeni kumpaslara girişebilirler. Bu erk sahipleri yeni kumpas hazırlığında olabilirler. Genel Başkanımız Ümit Özdağ’a karşı yeni kumpaslar peşine düşenleri çıkmaz sokakta karşılayacağımızı söylemek isteriz. Bu kumpas sahiplerinin yolu çıkmaz sokaktır ve orada onları sıkıştıracak olan, çıkmaz sokakta sıkıştıracak olan Zafer Partisi olacaktır. Bu kumpas tezgâhı peşinde koşanları uyarıyoruz. Ümit Özdağ ve Zafer Partisi’ne kumpas kurmaktan vazgeçin. Şu ana kadar hazırladığınız, elinizde ne varsa kaldırıp bir kenara koyun, atıl bırakın. Şimdiye kadar hazırlamış olduklarınızı… Çünkü siyaseten, fikren yenemediğiniz Ümit Özdağ’ı kumpaslarla siyaset dışı bırakamayacaksınız. Bırakamazsınız. Cumhur İttifakı, politik olarak yenemediği siyasi rakiplerini yargı marifetiyle engelleme, yarış dışı bırakma hukuksuzluğuna gidiyor. Ve biliyoruz ki durmayacaklar. Bu kural ve hukuk tanımazlık, anlaşılan, olası diğer siyasi rakiplere, yani başka olası aday isimlere doğru da uzanacaktır. 19 Mart sivil hükümet darbesinin Türk demokrasisine açtığı yaranın, Türk siyasetine verdiği hasarın büyüklüğü kadar vatandaşın canını yakan en önemli yanı da ülke ekonomisine vermiş olduğu hasardır. Ekonomi dünyasının ortak görüşü olarak 19 Mart müdahalesine ilişkin ilk 5 günün kaza kırım raporu şöyledir: Dolar/TL kuru 37’den 42 TL’ye çıkınca Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın piyasaya müdahalesiyle hafta 38 TL’den kapatıldı. Ancak Merkez Bankası’nın döviz rezervlerindeki kayıp 25 milyar dolar civarında oldu. Bu da bir hafta önceki 97 milyar dolar olan rezervin, Merkez Bankası'nın toplam rezervinin yüzde 25’ine denk geliyordu. Yani Merkez Bankası rezervlerinin dörtte biri, o OHAL döneminde, sınırlı OHAL döneminde erimiş oldu. Dövizdeki artışı frenleyebilmek için, 2004’te başlatılan faiz indirimlerinin tersine, gecelik borçlanma faizi 200 baz puan artışla %46’ya yükseltildi. Bu sürecin borsa açısından yaratmış olduğu sonuçlar kaygı verici boyutlara ulaştı. Bankacılık endeksinde haftalık kayıp %26’yı aştı ki bu artış da 2001 krizinden bu yana yaşanmış olan en büyük kayıplardan biri oldu. Borsadaki şirketlerin toplam değeri, merkezi yönetimin bütçesinin yüzde 17’sine denk gelecek şekilde, 2 trilyon Türk lirası eridi. Borsadaki şirketlerin toplam değeri 2 trilyon Türk lirası eridi. 19 Mart sivil hükümet darbesinin doğurmuş olduğu ekonomik zararla halkın zaten yaşamakta olduğu fakirlik artık bir sefalete dönüşüyor. 40 milyonu açlık sınırının altında yaşayan halkın ekonomik bir sefalete sürüklenmesi, AKP iktidarının devamı için göze almış olduğu siyasal bir intihardır. Fakat ne yazık ki halkı sefalete sürükleme pahasına her türlü yıkımı, iktidarda kalabilmek için göze almış vaziyettedir AKP iktidarı. Bu ekonomik sefalete ve bu yüksek gerilimli siyasete Türkiye daha ne kadar dayanabilir? Ve AKP iktidarı bununla daha ne kadar devam edebilir? Önümüzdeki üç yılını tamamlamasını mümkün görmüyoruz. AKP iktidarı, ülkeyi sokmuş olduğu bu yüksek tansiyonla üç yıllık iktidar ömrünü tamamlayabilecek gibi görülmüyor. Bütün bu hengâmenin içerisinde, değerli arkadaşlar, Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim'deki anonsuyla başlatılan, kanlı PKK terör örgütüyle kurulmuş olan pazarlık masasındaki müzakereler, al-verler devam ediyor. Halkın gözünden, medyanın değerlendirmesinden kaçırılarak devam ediyor. Bir yandan da bu yaşadıklarımızın kaldırmış olduğu toz bulutu oradaki sahneyi perdeliyor, gölgeliyor. 19 Mart sivil hükümet darbesi, İstanbul’da bölgesel sıkıyönetim uygulaması adeta yahut OHAL gibi yasaklamalar, kısıtlamalar getirerek vatandaşların anayasal hakkı olan gösteri ve yürüyüş düzenleme hakkını elinden almak istemiştir. 19 Mart’ta getirilen yasaklamalar, medyaya getirilen canlı yayın yasakları budur. Diğer yandan, halkı sokağa çıkaran AKP hükümeti olmuştur. Vatandaşlar, yurttaşlıktan doğan haklarının savunmasına girişmişlerdir. Valiliğin gösteri yasağına rağmen halk, polise ve baskıya direnirken demokrasiye ve özgürlüklerine sahip çıkmıştır. Garip olan ise bu sürtüşmede, aynı şehirde, aynı günde terör örgütü PKK’yı simgeleyen çaputları ve terörist elebaşının posterlerini taşıyan kalabalıkların gösterisine imtiyazlı bir yasal izin verilmiş olmasıdır. PKK’ya, Muş’un Malazgirt ilçesinden İstanbul’un Yenikapı Meydanı’na kadar bütün alanlar açılmıştır. Bu alanlar PKK’ya açılırken, Atatürk Cumhuriyeti’nin çocukları olan gençlerimize meydanlar dar ediliyor, yollar kapatılıyor. Değerli arkadaşlar, PKK pazarlık masasında zaman zaman anlaşmazlıklar görülürken, anonsu yapan Sayın Bahçeli’nin işin krize, çıkmaza girmemesi için getirmiş olduğu önerilere tanık oluyoruz. Bunlardan birini, Dem Parti Genel Başkanı’nın vermiş olduğu cevabı, öneriyle birlikte dikkatinize sunmak istiyorum. Dersim Ayaklanmasının bastırıldığı tarih olan 4 Mayıs’ı işaret ederek, Sayın Bahçeli, PKK’nın Muş’un Malazgirt ilçesinde kongre toplamasını önerdi. Sayın Bahçeli’nin bu önerisine, Dem Parti Genel Başkanı Bakırhan, “Sembolik ve tarihsel bir anlam taşıyor.” diyerek, bunun sembolik ve tarihsel anlamına dikkat çekti. Dersim Ayaklanması’nın bastırılması kararı olan, CHP hükümetinin almış olduğu karar olan Tunceli Tenkil Harekâtı’nın tarihi 4 Mayıs 1937’dir. Sayın Bahçeli, “PKK'ya gelin, kongrenizi toplayın. Muş'un Malazgirt ilçesinde toplayın ve 4 Mayıs tarihinde toplayın.” derken, kamuoyu Bahçeli'nin bu açıklamasını anlamlandırmaya çalışmıştı. 4 Mayıs tarihi, Dersim İsyanı’nın, Dersim Ayaklanması’nın bastırılmaya başlandığı, bastırılacağının kararının alınmış olduğu tarihtir. Tunceli Tenkil Harekâtı’nın, Meclis’te hükümetin almış olduğu kararın tarihidir 4 Mayıs. Devlet Bahçeli'nin, PKK'yı Malazgirt’e davet ettiği tarih olarak 4 Mayıs'ı seçmesinin ardındaki düşünce izaha muhtaçtır. Devlet Bahçeli, PKK’nın siyasal kazanımlar elde edeceği kongresini toplamak için adres olarak Malazgirt'i önermiştir. O Malazgirt ki, Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan Gazi'nin Anadolu’yu yurt tutmak için Bizans'ı dize getirdiği, Anadolu'nun kapısıdır. Emperyalizmin maşası PKK terör örgütünü Malazgirt'e getirmeyi istemesinin ardındaki düşünce, Devlet Bahçeli’nin izaha muhtaçtır. Bu mukayeseler, bu karşılaştırmalar, bu kodlamalar izaha muhtaçtır. Eli kanlı bölücü terör örgütü PKK ile pazarlık kuran Cumhur İttifakı'na soruyoruz: Emperyalizmin maşası, etnik ayrılıkçı PKK terör örgütü, Türkiye Cumhuriyeti'nin Siyasi Partiler Yasası'yla kurulmuş bir organizasyon, bir parti midir ki kendisini dağıtması, feshetmesi, lağvetmesi için kongre yapması bizim açımızdan bir gereklilik, bir zorunluluk olsun? Böyle bir yasal gereklilik mi var? Karşınızdaki kanlı terör örgütü, Siyasi Partiler Yasası'yla kurulmuş bir parti midir ki onun "Biz kongre yapmadan kendimizi dağıtamayız." diye ortaya bir bahane sürmesini siz kendinize dert ediniyorsunuz, ey Cumhur İttifakı iktidarı? Hâlbuki nasıl ki 1978 yılında Diyarbakır'ın Lice ilçesinin Fisköy'ünde 20 serseri bir araya gelip bir cinayet şebekesi kurmaya karar vermişse, şimdi de o şebekenin başındaki terör baronları bir araya gelir, "Biz artık cinayet işlemekten vazgeçtik." diye karar alır, kendini dağıtır, fesheder, olur biter. Bunun için neyin kongre toplaması, neyin Malazgirt’i, hangi 4 Mayıs, Sayın Bahçeli? Zafer Partisi olarak en başından, 22 Ekim'den bu yana ısrarla söylediğimiz şey, PKK terör örgütüyle kurulan karşılıklı pazarlık masasının işte tam da bu olduğudur. PKK'ya, Siyasi Partiler Yasası'yla kurulmuş bir parti gibi yaklaşılıyor, Cumhur İttifakı iktidarınca. Genel Başkanı Ümit Özdağ'ın tutuklandığı 21 Ocak'tan bu yana, tam iki aydır Zafer Partisi'nin vermekte olduğu demokrasi ve hukuk mücadelesi, 19 Mart sivil darbesiyle daha da anlam kazanmış ve kitleselleşmiştir, topluma mal olmuştur. Ne mutlu ki iki aydır Silivri zindanından ve meydanlardan yükselen hukuk ve özgürlük mücadelemiz, 19 Mart'ta halk iradesinin bir kez daha yok sayılmasıyla toplumun özgürlük arayışı mücadelesine dönüşmüştür. Öyleyse kahrolsun istibdat, yaşasın özgürlük!