9783,67%-0,24
35,92% -0,03
37,46% 0,31
3311,72% 0,78
5316,95% 1,35
Partisinin grup toplantısında konuşan İYİ Parti Lideri Dervişoğlu, 6 Şubat depremlerinin 2. yıl dönümüne girerken iktidarın "1 yıl içinde yapmaya söz verdiği evlerin yarısını bile tamamlayamadığına" dikkat çekerek "Vatandaşlarımız
Partisinin grup toplantısında konuşan İYİ Parti Lideri Dervişoğlu, 6 Şubat depremlerinin 2. yıl dönümüne girerken iktidarın "1 yıl içinde yapmaya söz verdiği evlerin yarısını bile tamamlayamadığına" dikkat çekerek "Vatandaşlarımız halen evinde yurdunda değildir. Dahası, rezerv alan yasası adı altında çıkardıkları yasayı yeniden inşa faaliyetlerine, deprem güvenliğine değil, vatandaşın malına, mülküne çökmekte kullanıyorlar" diye konuştu.
İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin grup toplantısında konuştu. Dervişoğlu’nun gündemine 6 Şubat depremleri, Suriye’de yaşanan gelişmeler, ekonomi ve ordudan ihraç edilen teğmenler vardı. Yarın depremlerin 2. yıl dönümü olduğunu hatırlatan Dervişoğlu, "Evet, aradan iki yıl geçti. Halen yaralar taze, halen şehirlerimiz enkaz altında. Ne oy verene ne de vermeyene doğru dürüst hizmet gidebilmiş değil. Vatandaşlarımız halen evinde yurdunda değildir. Dahası, rezerv alan yasası adı altında çıkardıkları yasayı yeniden inşa faaliyetlerine, deprem güvenliğine değil, vatandaşın malına, mülküne çökmekte kullanıyorlar" diye konuştu.
Dervişoğlu, konuşmasında şunları kaydetti:
"Yarın 6 Şubat depreminin yıl dönümü. Acılar halen taze, yaralarsa halen açık. 50 binin üzerinde insanımız canını kaybetti, 107 binin üzerinde kişi yaralandı, birçoğu ömür boyu taşıyacağı hasarlar aldı. Yüz binlerce insan yakınlarını kaybettiği, ev ve iş yerlerini, yani yuvalarını ve ekmek teknelerini kaybettiği felaketin 2. yılındayız. Halen sayılarını bilmediğimiz ama en az 2 milyonun üzerinde yurttaşımızsa memleketlerinden, doğup büyüdüğü, atasının mezarının olduğu topraklardan uzaktalar. Ölenlere bir kere daha rahmet, kalanlara ise sabır ve selamet diliyorum. 2023 yılında meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlerden 11 ilimiz, 14 milyon insanımız etkilendi. En az 518 bin konut doğrudan yıkıldı veya ağır hasar aldı. Bundan çok daha fazlası ise kullanılamaz hale geldi."
"Recep Tayyip Erdoğan, 850 bin konut ve iş yeri yapılacağını söyledi. Bunların da 319 binini, 1 yıl dolmadan teslim edeceğini defalarca, medyada ve meydanlarda anlattı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Kurum’un ve Erdoğan’ın, geçen hafta itibarıyla açıkladığı verilerden 201 bin 688 bağımsız bölümün teslim edildiğini öğreniyoruz. Bunların ne kadarının altyapısının, yolunun, suyunun, elektriğinin, mutfak, banyo gibi yaşamsal birimlerinin gerçekten tamamlanıp tamamlanmadığını tahmin etmekse hiç zor değil. Ben deprem bölgesini gezdim. Teslim edildiği söylenen binaların henüz tamamlanmamış olduğunu yerinde tespit ettim. Ayrıca deprem bölgesinde enkaz halen yerinde duruyor ve asbestten kaynaklanan yaşamsal tehdit bölge halkını da tehdit etmeye devam ediyor. İnşaat ihalelerinin, kapı, pencere, boya, altyapı gibi alt ihalelerin nasıl yapıldığını da aşağı yukarı biliyoruz. Peki bir bakalım. Verilerini gerçek, evleri ise kullanıma hazır varsayalım. Depremin üssü olan şehirlerimizde ne kadar ev lazımmış, ne kadarını yapmışlar? Hatay’da 254 bin ev yapacağız demişler. 45 bin teslim etmişler. Maraş’ta 112 bin yapılacakmış, 34 bin teslim edebilmişler Malatya’da ise 103 bin konut yapacağız demişler, şimdiye kadar sadece 26 bin vatandaşımıza konut teslim etmişler. Kısaca, 1 yıl içerisinde teslim edeceğiz dedikleri sayının yarısına 2 yılın sonunda ulaşabilmiş değiller. Yani 850 bin konut ve iş yeri yapacağız demişler buna karşılık bunun sadece 200 bini yani dörtte birinden daha azı yapılmış durumdadır. Başarı oranları budur yüzde 23."
"Hatırlarsanız saraydaki zat, deprem günü 25 saat boyunca ortalarda görünmedi. Muhtemelen seçim öncesi başıma iş açıldı diye, en uygun propaganda dilini arıyordu. Sonra ekranlarda 25 saat sonra göründüğünde de adeta ‘ne diye öldünüz’ yüz ifadesiyle ekranlara çıktı, depremin maddi ve manevi enkazı altında kalan 85 milyon insanı azarlayarak, 22 yıldır, yalanlarını varakla çerçevelemek için kullandığı ne anlama geldiği belli olmayan bir sürü rakamı uzerimize boca etti. En sevdiği şeyi yaparak 'OHAL' ilan etti! Bugünün gündem çılgınlığı içerisinde unutulabilir, depremin ilk saatlerinden itibaren bir şey daha yaptı. Partili cumhurbaşkanı kontrolündeki devlet organları, muhalefet partilerinin yönettiği belediyelerin başta da İstanbul ve Ankara Büyükşehir belediyelerinin yardım faaliyetlerine engel olmak için seferberlik, adeta seferberlik ilan etti. Bu seferberlikleri, deprem seferberliğinden çok daha etkindi ve güçlüydü. O sırada akıl, izan ve vicdan sahibi bütün vatandaşlarımız ise karınca kararınca, elindeki imkanlarla, yardım toplamaya ve deprem bölgesine ulaştırmaya çalışıyordu. İYİ Parti olarak biz de bu tarihi sorumluluğu yerine getirmek üzere çaba sarf ettik. Emeği geçen arkadaşlarımıza şükranlarımı sunuyorum. Ortada olması gereken bir kurum vardı, başkanı meşhur Kızılay. Gördük ki, onlar da meşgulmüş ve çadır satışlarıyla uğraşıyorlarmış. Altyapı ve Ulaştırma Bakanı ise interneti kesmekle, yayın yasakları getirmekle meşguldü. Kısaca iktidardaki herkes, kendine yakışan işle meşguldü. O kısıtlamalar sebebiyle ne kadar vatandaşımızın ulaşılamadığı için öldüğünü veya ağır kayıplar yaşadığını ise asla öğrenemeyeceğiz. Çünkü bunlar Erdoğan’ın çok sevdiği rakamlar içerisinde yer almayacak."
"Yine hatırlatalım. Evet felaket çok büyüktü ve milletimiz haklı olarak, hakkı olan soruyu soruyordu, 'Nerede bu devlet' diyordu vatandaşlarımız. Haliyle, ona ilk yardım elini uzatmasını beklediği kurum olan Türk Silahlı Kuvvetleri’ni ve Mehmetçiği yardımına koşmak üzere bekliyordu. Enkaz altında yaşam mücadelesi ve enkaz dışında ise hayata tutunma mücadelesi veren insanlarımıza Mehmetçiğimiz ancak 41 saat sonra ulaşabildi. Sebep neydi? TSK’nın zafiyeti mi? Hayır. Sebep, gölgesinden korkan çakma padişahın paranoyasıydı. Türk Silahlı Kuvvetleri, üstelik, bölgede sahip olduğu birlikleriyle böyle bir işin altından en kısa sürede kalkabilecek tek kurumken AFAD’ın talebi ulaşmadığı için, yani Cumhurbaşkanı’nın keyfi gelmediği için arama kurtarma çalışmalarına katılamadı. Hem de en önemli ilk 36 saat içerisinde. Binlerce insanımız bu sebeple enkazların altında can verdi. Sonrası malum, 2023 genel seçimleri dönemidir. Elbette hiçbirimizi şaşırtmayacak şekilde Erdoğan il gezilerdeydi. Deprem bölgesinde ise, başta da Hatay'da, 'Oy yoksa, hizmet yok' diye Türk milletini sigaya çekiyor ve bunu yapmaktan da hiç çekinmiyordu."
"Evet, aradan iki yıl geçti. Halen yaralar taze, halen şehirlerimiz enkaz altında. Ne oy verene ne de vermeyene doğru dürüst hizmet gidebilmiş değil. Vatandaşlarımız halen evinde yurdunda değildir. Dahası, rezerv alan yasası adı altında çıkardıkları yasayı yeniden inşa faaliyetlerine, deprem güvenliğine değil, vatandaşın malına, mülküne çökmekte kullanıyorlar. Geçtiğimiz ay gidip bizzat yerinde gördüğümüz üzere, başta Malatya, Adıyaman, K.Maraş ve Hatay’da. Milletimizin tapulu mallarına, üstelik sadece şehir merkezinde değil, köylerdeki arsa ve tarlalarına da 'kentsel dönüşüm' ve 'inşaat' bahanesiyle birileri el koymaktadır. Memleketi bir çete mantığıyla idare eden iktidara koşut olarak bu bölgelerde inşaat ve emlak çeteleri türemiştir. Şikayetler umursanmamakta, yargı harekete geçmemektedir. Çöken çöktüğüyle, mağdur vatandaş, mağdur olduğuyla kalmaktadır."
"Haftalardır milletin kürsüsünden devletin nasıl çürütüldüğünü, kurum ve kuruluşlarının nasıl yozlaştırıldığını birbirinden acı örneklerle anlatıyorum. İktidarın akıl almaz işleri, devlet yönetme ciddiyetinden ve niyetinden uzak hal ve hareketleri, milletimize işsizlik, yoksulluk, umutsuzluk olarak geri dönmektedir. Adam kayırmacılığının, ben yaptım oldu anlayışlarının bedelini, yangınlarda, sellerde, türlü ihmal ve umursamazlık dolu hadiselerle, Yenidoğan Çetesi olayında olduğu gibi kaybettiğimiz bebeklerimizle kısaca vatandaşlarımı canlarıyla ödemektedir. Bir kez daha üzerine basa basa söylüyoruz ki, iktidar Türkiye’yi bırakın yönetememeyi, yönetmemektedir. Bu iktidar, bu ülkeyi rehin koyabileceği bir sermaye olarak sömürmektedir. İşgal ordusu gibi, sömürge şirketi, manda idaresi gibi kanını emmektedir. Devlet bir grup rantiyecinin elinde oyuncağa çevrilmiş, devletin tüm kurumları ahbap-çavuş ilişkisine teslim edilmiştir. Geride bıraktığımız her hafta şaşırma eşiklerimiz aşılmakta, geleceğimizin geçmişten daha karanlık olacağının sinyali bu iktidar tarafından verilmektedir."
"Bugünün saraylılarına, iktidar aşıklarına, devletin makam arabalarıyla, milletin verdiği görevlerle caka satanlara söylüyorum: Bu adalet düzenini 'ayarını bozduğunuz bu kantar gün gelir sizi de tartacak'. Bugün enkazın altında kalan milletimizi aymazca izlerken, yarın siz de onun altında kalacaksınız. Bu yoldan dönünüz, devlet ile vatandaş arasındaki kopan bağları tamir ediniz. Gittiğiniz yol yol değil, uçurumdur. Gittiğiniz yol yol değildir. Gittiğiniz yol uçurumdur. Düştüğünüz yerde sizi kaldıracak bir tane bile vatan evladı bulamayacaksınız. Bütün bunları Türkiye'nin karşı karşı kaldığı olumsuzluklara işaret ederek, siyaseten fayda sağlamak adına dile getirmiyorum. Olması gerekeni tarif ediyorum. Siyasetçinin söylemesi icap eden sözleri nasıl bir üslupla söylemesi gerektiğinin altını çizerek, istismar bataklığına batmadan ifade ediyorum. Onun için bize konuşurken 'Türkiye’nin bütün problemlerinden bir siyasi fayda temin edelim oradan da oy devşirelim' diye konuşuyoruz gibi hissetmesin hiçbir vatandaşımız. Biz Türk siyasetine yeni bir dil, yeni bir üslup getirmek için uğraşıyoruz. Yoksa beslenilebilecek çok şey var. Ama sadece bu devleti yaşatmak için konuşacağız ve bu büyük milleti ayağa kaldırmak için uğraşacağız. Gerçekleri konuşacağız. Yapay gündemlere karşı da pek tabii direneceğiz."
"Bugün Milletimiz yaşamıyor, sadece nefes alıyor. Vatandaşın iki yakası bir araya gelmiyor. Cübbelerin üstüne iliklenen düğmelerden, içlerine dikilen minare kılıfı kadar ceplerden, vatandaşın iki yakasını bir araya getirecek kaynak kalmıyor. Türkiye, bugün enflasyon verilerinde Filistin-Güney Sudan ve Zimbabve’nin ardından yüzde 43,58 ile dünyada 5. sıradadır. Gıda fiyat enflasyonunda 1. sıradadır. Tarımın doğduğu topraklarda, bir zamanlar ürettiği tarım ürünleri ile dünyada kendi kendine yeten sayılı ülkelerden birisi olan Türkiye, sarayın sistematik yağması sonucunda aç bırakılma tehdidiyle karşı karşıyadır. Yönetenler manda yoğurdu-medine hurması- kestane balı karışımları ile beslenirken bunu da çok sevdikleri milletlerine ‘tavsiye ederken’, vatandaş akşam pazarında, çürük domatesin, biberin, patatesin peşindedir. Millet bu yediklerini sana haram mı edecek helal mi edecek tarih bunu gösterecektir. Çünkü kandırmasını aldatmasını bir tarafa bırak. Bunlar bu millete canavarca yaklaşıyorlar. Ülkemizin de arasında bulunduğu 38 ülkede yapılan araştırmaya göre Türkiye, gelir eşitsizliğinde en yüksek farka sahip ülkedir. Türkiye’de en zengin yüzde 20’lik kesimin geliri, en yoksul yüzde 20’nin gelirinin tam 8.5 katıdır. Aziz Milletim bu, şu demektir: Senin eline geçen asgari aylık emekli maaşı 15 bin lira bile değilken, saray eşrafının ve etrafındakilerin en fakirinin bile eline ayda 130 bin lira geçiyor demektir.
Türkiye’de her 4 gençten biri işsizdir. Bu oranla Türkiye, OECD ülkeleri içinde en yüksek genç işsizlik oranına sahip 3 ülkeden birisidir demektir. Kadın istihdamında ise durum daha da vahim demektir. Türkiye’deki yalnızca üç kadından biri istihdama katılmaktadır. Türkiye için yüzde 32.5. Muadil ülkelerde ise bunun tam iki katıdır. Ülkemiz ne yazık ki kadınların istihdama da artık sonran ikincidir. Söylemeye dilimizin varmadığı en acı verilerden birisi ise çocuklarımızın, gençlerimizin, öğrencilerin gıdaya erişimi oranıdır. Son bir ayda ‘Haftada en az 1 gün hiç yemek yiyemediğini söyleyen’ öğrencilerin oranı yüzde 20’dir. Yani sokakta gördüğün her 5 çocuktan, gençten biri, haftada 1 gün yemek yiyemiyor demektir. Bu oran, Türkiye muadili ülkelerde sadece yüzde 8’dir. Dünya liderinin Türkiye yüzyılı işte budur. Türkiye yüzyılı, çocuklarını aç bırakanlar yüzyılı olarak tarihe geçmiştir. Dahası da var, Türkiye’de gençlerin yüzde 26’sı ne eğitimde ne de istihdamdadır. Kısaca ev işsizidir. 'Kendimi güvende hissediyorum' deme oranı ülkemizde yalnızca yüzde 40 ve bu oranla Türkiye sondan 4’üncü sıradadır. 'Türk Öğün, Çalış, Güven' diye kurulan Cumhuriyet, bugün bir güvensizlik cumhuriyetidir. Tüm veriler neticesinde Türkiye’de yaşam memnuniyeti 10 üzerinden 4.7’dir. 'Ne mutlu Türk’üm diyene' diye kurulmuş Cumhuriyet, bugün bir mutsuzlar cumhuriyetidir."
"İktidar, OHAL aşığıdır, sıkıyönetim bağımlısıdır. Bu konuda Kenan Evren’i bile şaşırtacak mertebeye gelmişlerdir. Saraydaki danışmanlardan, Meclis'teki 'hınk deyicilere' yollanan talimatnamelerin, en yenilerinden ve en tehlikelilerinden, yarattıkları yönetim terörünü tamamlayan, turpların en büyüklerinden bir tanesi daha yasalaşmıştır. Gayrimeşru şekilde yasalaşmıştır. Bir kuruma, o kurumun memurlarına süper yargıç yetkileri veren, Devlet Denetleme Kurulu yetkilerinden bahsediyorum. 31 Ocak 2025 tarihinde kabul edilen kanun metnine göre, Cumhurbaşkanı’na bağlı olan Devlet Denetleme Kurulu’na olağanüstü yetkiler tanınmıştır. Tanınan yetki şu şekildedir: ‘Devlet Denetleme Kurulu, kamuya yararlı derneklerle vakıflarda, Kooperatiflerde, birliklerde ve bu kurum ve kuruluşların her türlü ortaklık ve iştiraklerinde Her türlü idari soruşturma, inceleme, araştırma ve denetleme yapabilir’. Tanınan olağanüstü yetkiler burada kalmamıştır. Kurul üyesi veya kurul denetçisine denetim kapsamına giren yerlerdeki, her kademe ve rütbedeki görevliler hakkında, memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında, görevden uzaklaştırma tedbiri uygulayabilme yetkisi verilmiştir. Bu ne demektir biliyor musunuz? Bu, kayyum rejiminin tüm yurt sathında genelleşmesidir. Bu, Stalin’in siyasi komiserlerinin, Nazi rejiminin SS komutanlarının sahip oldukları yetkilerin sarayın birtakım memurlarına bahşedilmesi demektir. Bu yeni tek adamların, bürokrasinin, sivil toplumun, gündelik hayatın her yerinde ama her yerinde, dediğim dedik, çaldığım düdük diye gezebilmesi demektir. Bu devlet değil, cumhurbaşkanlığı sistemi değil kayyum cumhuriyetidir. Bu değişiklikle birlikte artık herhangi bir yargı kararına bile gerek olmaksızın Cumhurbaşkanı’na bağlı Devlet Denetleme Kurulu memurları görevden uzaklaştırabilecektir. Bu yasa ile ortaya çıkan yapı, özel yetkili, yargı gücünde bir yürütme organı, yeni bir paralel devlet yaratma imkanını da beraberinde getirecektir. Olağanüstü yetkiler veren bu değişiklikle birlikte DDK, denetim organından icra organına dönüştürülmektedir. Verilen yetki o kadar geniş bir alanda kullanılabilecektir ki, bakanlıklar ve tüm merkezi idare kurumları, valilik ve kaymakamlıklar, belediyeler ve il özel idareler, kamu iktisadi teşebbüsleri, BDDK, SPK, RTÜK gibi düzenleyici kurumlar, barolar, tabip odaları, ticaret odaları, kamu bankaları, devlet ve vakıf üniversiteleri, kamu destekli sendikalar ve kamu vakıfları, kamuya yararlı birlikler… Hepsi yetki kapsamında yer almaktadır. Bu ipe sapa gelmez diktatörlük yasasını daha önce iki defa çıkarmayı denemişler ancak Anayasa Mahkemesi 2 defa iptal etmiştir. An itibarıyla 15 üyeden 13 tanesinin Erdoğan zamanında atanan üyelerin oluşturduğu Anayasa Mahkemesi dahi ‘Bu kadarı da olmaz artık’ demiştir. Vahameti siz hesap edin."
"Cumhurbaşkanı Erdoğan lafı eğip bükmeden yargı yetkisini niçin bu düzenleme ile bir kere daha gasp ettiğini, daha önce iki kez Anayasa Mahkemesi tarafından farklı gerekçelerle Anayasa’ya aykırı bulunan bu düzenlemeyi yeniden niçin getirdiğini açıklamalıdır. Hangi kurumda nasıl bir ‘partizan temizlik’ yapmayı hedeflemektedirler? Kaçak dövüşmeye gerek yoktur. Bu düzenlemenin amacı, niçin bu zaman bir oldu bitti ile Meclis’ten geçirildiği açıktır. Saray iktidarı ağzındaki baklayı çıkarmalıdır. Bu düzenleme ile hedef barolardır, meslek örgütleridir. Sivil toplum kuruluşlarıdır. Bunları yutmak istemektedir Erdoğan. Milletimize kurulan, devletimize kurulan tuzağı ve devletimizi bekleyen tehlikeyi tarif etsinler. Öyle birtakım iç meseleleri kamuoyuna fırlatıp bundan siyasi rant devşirenlere söylüyorum, hükümetin yaptığından fazlasını yapıyorsunuz aklınızı başınıza alın diyorum. Bu düzenlemeleri iktidarın ekmeğine yağ sürmeyi reddeden sivil toplum kuruluşu baskı altına almak için düzenliyorlar. En önemlisi, belediye başkanlarıdır ve açıktır ki Belediyeler Birliği’dir. Bu değişiklik ile seçilmiş belediye başkanları Cumhurbaşkanı’nın bir talimatı üzerine bir Devlet Denetleme Kurulu memurunun kararıyla görevden alınabilecektir. Erdoğan bu değişikliği Cumhurbaşkanı olarak imzalayıp yürürlüğe koyacak, uygulamasını ise AK Parti Genel Başkanı olarak yapacaktır."
"İktidar artık şirazeden çıkmıştır. Bugün artık sandığın kendisi dahi tehlike altındadır. Kural, nizam, örf, adet, devlet geleneği tanımaz iktidar, kendisine muhalif olan bir sivil toplum örgütünü yargı yoluyla, yargı yolu uzarsa yeni yetkiler tanıdığı idari yolla, yani kısacası, devletin tüm imkanları ile yenmeye, sindirmeye çalışmaktadır. Toplumu nefessiz bırakmak, demokratik ilkeleri ortadan kaldırmak için, DDK gibi yapıları süper yetkili hale dönüştürerek muhalefet üzerinde baskı oluşturmakta, Resmen muhaliflere DDK kılıcı sallamaktadır. AK Parti iktidarları döneminde bakanlık görevinde bulunmuş AK Parti'nin kurucuları bile artık ekranlara çıkıp, 'Türkiye’de adalet kalmadı, kendi militan yargımızı' kurduk diye isyan etmektedirler."
Teğmenlerin ordudan ihraç edilmesine değinen Dervişoğlu şunları söyledi:
"Beştepe, Balgat ve İmralı’nın başını çektiği, Türk milletine ve Türk devletine karşı savaş ilan eden sözde iç cephe, aldığı ve aldırttığı ihanet timsali bir kararla, 5 genç teğmenimizi ve bu aymazlığa son ana kadar direnen 3 rütbeli subayımızı ihraç ettirerek ne amaçladıklarını göstermişler, ne düşündüklerini kanıtlamışlar, Cumhuriyet devletine, Atatürk İlke ve inkılaplarına karşı ne hissettiklerini açıklamışlar, yeni Türkiye yüzyılı derken, yerli ve milli derken ne kastettiklerini de bir kere daha ispat etmişlerdir.
BOP eş başkanıyım diye ilan ettikleri günden bir adım geri düşmediklerini FETÖ ile birlikte, TSK’yı yargılamaya kalktıklarındaki cüretten hiçbir şey kaybetmediklerini, dün çözüm süreci diye yürüttükleri Türkiye’yi çözerek, parçalama arzularından hiçbir şey yitirmediklerini bir kere daha en üst perdeden haykırmışlardır. Bu hamle, Türk ordularını terhise zorlayan işgal komutanları ve iş birlikçilerinin yaptıklarıyla bir ve aynı şeydir. Armasında Mustafa Kemal olan Harp Okulu öğrencilerinin ve armasında Mustafa Kemal olan Kara Kuvvetlerinin mensuplarının 'Mustafa Kemal’in askerleriyiz' demelerini sindiremediler.
Sarayın değil, Türk vatanını, bir avuç utanmaz azınlığın değil, Türk milletini, kayıtsız ve yartsız öncelikle Türk devletini korumaya yemin etmeleri kendi isimlendirmeleriyle ‘iç cepheye’ zor geldi. Bu sebepledir ki 'içimdeki Harbiyeli ruhu hiçbir zaman ölmez’ diyen teğmen Ebru Eroğlu, ‘Vatana hizmet için üniforma şart değil’ diyen teğmen Gazi Kılıç, 'Tek endişem Türk milletine olan hizmet borcumu ödeyememe ihtimalidir’ diyen teğmen Serhat Gündar, ‘Türk istikbalinin evladı olarak şerefle doğdum, şerefle öleceğim’ diyen teğmen İzzet Akarsu, ‘Kişiler gelip geçicidir, baki kalacak olan ise Atatürkçülüktür’ diyen teğmen Deniz Demirtaş ve daha nicelerini ve ihraç ettiğiniz üç değerli komutanımızı, kendi hezeyanlarınız, saplantılarınız ve paranoyalarınız uğruna o şerefli meslekten ihraç etseniz de bu ülkenin ruhundan ve yüreğinden koparıp atamazsınız. Bizler, Türk istikbalinin evlatları olarak Türk Devleti demeye, Türk milleti demeye devam edeceğiz. Mustafa Kemal’in emanet ettiği Cumhuriyet’in neferi kalmaya da sonsuza kadar devam edeceğiz. Bunu herkes bilsin. Kimse de bu kahraman evlatlarımıza bir şey bahşetmesin."
Dervişoğlu'nun bu sözlerini partililer ayağa kalkıp alkışlayarak dinledi. Dervişoğlu ise gözleri dolarak "Bir hikayem var benim bu konuyla ilgili ama duygulanırım anlatamam" dedi. Salondakilerin "Anlat Başkan" diye seslenmesi üzerine Dervişoğlu, zaman zaman duygulanarak konuşmasına şöyle devam etti:
"Bunlar teğmenliği bir rütbe zannediyorlar. Sıradan bir rütbe... Oysa teğmenlik çok fazla şeydir. Ben bir asker aileden geliyorum. Benim dedem taka reisliği yapan bir adamdı. Rahmetli amcam ortaokul çağlarındayken askeri mektebe gitti. Kuleli Askeri Lisesini, Harp Okulunu bitiriyor. 1944 yılında teğmen olarak orduya atanıyor. Birliğine gitmeden önce de memleketine gidiyor, kardeşini okutmak için yanına alıyor. Bir teğmen maaşı... Ailemize giren o teğmen maaşından sonra ailemizde öyle bir farklılık oldu ki hayatımızda. Okumayan çocuklarımız okudu, yapılması icap eden iyi şeyleri yapmak artık ailemiz tarafından mümkün oldu. Rahmetli amcamın aldığı teğmen maaşı, rahmetli babamı hukuk fakültesinde okuttu. Benim kursağımdan geçen helal lokmanın adıdır teğmenlik."
"Buradan sesleniyorum, iktidardakilere sorumluluk sahibi olan herkese sesleniyorum. Bugün Milli Savunma Bakanlığı makamında oturan da aldığı ilk teğmen maaşında benim hissettiklerimi hissetmiştir. Eski Savunma Bakanı da böyledir. Burası istismar edilecek bir konu değil. Herkes bu ordudan ihraç edilmiş çocukların yerine kendi evlatlarını koysun. Bundan siyaseten istifade edelim mantığıyla bir siyasi figüre, argümana dönüştürmeye hiç kimse kalkışmasın. Bu çocuklar bugünün kahramanları olduğu gibi yarınların da kahramanları olma güç ve iradesi sergiliyorlar.
Bu alınmış kararlar, 5’e 4 alınmıştır, dolayısıyla telafisi mümkündür. Bu kararlar idari yargının denetimindedir. Herkes elini vicdanına koymak mecburiyetindedir. Herkes elini yüreğinin üstüne koymalı ve bu çocukları kendi evlatları gibi kucaklamalıdır. O sebeple sesleniyorum, şerefli Türk ordusunun bütün mensuplarına sesleniyorum, bunun istismarına vesile olacak davranışlardan azami ölçüde uzak duralım. Nasıl diyorlardı 'Berlin'de hakimler var.' İdari mahkemelerde de hakimler var demek suretiyle bu çocukların geleceğinin karartılmasının önüne millet olarak geçelim."
İmralı ile ilgili yeni sürece de değinen Dervişoğlu, şunları söyledi:
"Bu hafta grup konuşma programları belli olduğunda dedim ki kendi kendime, 'Terörist başının muteber alınarak konuşulmadığı bir hafta yaşayacağız.' Tabii sonra hatırladım ki biri yoksa diğer olacak. Cumhuriyet düşmanlığında ortaklar, Türk milletine düşmanlıkta ortaklar, terörist sevicilikte ortaklar, bunların hepsi bir araya gelmişler. Bir cehennem biçiyorlar Türk milletine. Cumhuriyeti yıkarak, bizleri bu coğrafyada korumasız bırakmak, orduyu bozarak bizi ordusuz bırakmak istiyorlar. Evet bu bir cehennemdir. Tesadüf değildir ki Meclisteki Öcalangillerden bir vekil, terörist başının akrabası ve sözcüsü olarak İmralı’nın şu notunu iletti herkese: ‘Bu mesele çözülürse yaşam kapısı herkese açılır, bu mesele çözülmezse Türkiye Anadolu'ya çekilir ve cehennemini yaşar.’ Dediği lafa bakar mısınız?
Dün ise Öcalangillerden bir genel başkan, ‘Sayın Bahçeli yürütmenin başı değil yürütmenin başındaki Erdoğan'a büyük adım düşüyor. Artık top Erdoğan'da' demiştir. Evet röportaj ve beyanat aynen bu şekildedir."
"Şimdi ben buradan, akıllarını ve izanlarını yitirmiş, ihanet planlarını canhıraş uygulayan, adeta zamanla yarışırcasına çırpınan bu derbederlere ve onların en başındaki AKP Genel Başkanına soruyorum: Sizi, Teröristbaşı Öcalan’ı kurtarıcı görecek hale getiren acaba hangi olaylara karıştınız? 22 yıldır yaptırmadığınız, yaptıramadığınız ve şimdi yapılırsa asrın mucizesi diye sattığınız meselenin aslı astarı nedir, ne değildir? Kimin elinde esirsiniz? Başınıza gelen şey nedir? Çıkın bu mevzuyu bize bir anlatın. Anlatın ve eğer bu kasıtlı bir ihanet değil de içine düştüğünüz bir bataksa ve siz bu bataktan çıkmak pahasına Türkiye’yi oraya atıyorsanız bunu bize itiraf edin. Gelin Türk milleti olarak sizi de kurtaralım. Düşmana değil, Cumhuriyet’in Türk evlatlarına teslim olun. Savaş kaybettiniz de yenilgi anlaşması mı imzaladınız? Bir küresel çetenin elindesiniz de Türkiye bunun fidyesi midir? Teşkilatlarınıza bile anlatamadığınız, size en divane biçimde aşk ile bağlı, eli çubuklu kast ajans gazetecilerinin bile kem küm ettiği gerçek şey nedir? Doğrudur, cehennemler kudurmuştur, zebaniler kudurmuştur. Tüm şeytanlar, Türk vatanının üzerinde şeytan ittifakı halindedir.
Peygamber mucizesi bekleyen havariler gibi bebek katilinin açıklamasını bekleyenler, o teröristin Meclis'e gelmesini dört gözle bekleyip davet çıkaranlar, Türkiye’yi sevk ve idare ettiğini zannedenlere söylüyorum, biz Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yöneten hiç kimseyi hiçbir Batılı emperyalist gücün önünde diz çöktürmeyiz.
Gazi Meclis lafını da hiç ağızlarından düşürmüyorlar. Evet bu Meclis Gazi Meclis’tir ama sadece gazi değildir. Onun büyüklüğü her yönde kendini gösterir. Bu Meclisin üyeleri, İttihat Terakki'den kalma bir binada, odun sobasının ısısında, gaz lambasının ışığında, üstelik de aylarca maaş almadan çalışmıştır. Bütçe imkanları el verip de maaş aldıklarında bunun bir kısmını bütçe açığının kapatılması için yine devlete geri vermişlerdir. 1920 Kasım'ında çıkarttıkları Men-i İsraf Kanunu doğrultusunda gün ışığından daha fazla faydalanarak gaz yağından ve odun sobasından tasarruf için öğle saatlerinde çalışma kararı alan bir Meclis'tir, bu Meclis. 23 yıldır iktidarda bulunan saltanat, bu Meclisin alicenaplığını, büyüklüğünü sen anlayamazsın. Ama buradan hatırlatıyorum, TBMM hem kurucu Meclis'tir hem Gazi Meclis'tir hem de kahraman Meclis'tir.
Vatanın evlatlarının okullara aç gitmesini de emeklilerimizin zoraki bir hayat sürmesini de çalışan emekçisinin hergün daha fazla fakirleşmesini de önemsemez, anlamaz, umursamaz bunlar. Çünkü onlar itibardan tasarruf etmenin zinhar olamayacağına inandıklarından, israfın önlenmesine dair kanun çıkartmış bu aziz Meclis’in ruhunu anlayamaz, o ruhtaki sırrı asla keşfedemez. Gördüğünüz gibi anlayamadılar da…
Bu Meclis, Eskişehir-Kütahya yenilgisi ile Yunan Ordusu Polatlı'ya dayanmışken milletvekillerinin çoğu cepheye çarpışmaya gitmiş bir Meclis’tir. Milleti telaşa atmamak, milletin moralini yüksek tutmak için, Ankara'nın işgal riskine karşı ne Ankara’yı ve ne de Meclis’i terk etmeme kararı almış bir Meclis’tir. Bu Meclis, var olan bir devletin değil, varlığı ile devlet kurmuş bir Meclis'tir. Bunu da anlayamazlar, anlamadılar da.. Bunlar için Meclis, Sarayın emirlerine göre parmak indirip kaldırılan bir yer olmaktan öte bir anlam ifade etmedi bunlar için. Bunlar için milli İrade ve onun tecelligahı olan Meclis, aşılması gereken bir engel olarak görülmektedir. İşte b yüzden bu garabet sistem icat edilmiştir. O icatlarını hayata geçirdikleri günden beridir de her şeyi tepetaklak etmişlerdir. Öyle bir yere evrildiler ki, artık onların zaviyesinde gördükleri hayalin ifadesi şudur: Parti, Erdoğan’dır, tıpkı Türkiye’nin Erdoğan olması gibi, Erdoğan aynı zamanda Türkiye’dir. Ve onlar için her şey AK Parti Genel Başkanı'ndan alacakları cülus kadardır.
İşte milli İradenin mekanı olan bu Gazi Meclis’ten bir kere daha haykırıyorum, tek adam rejiminize de soygunlarınıza talanlarınıza da vatan toprağını kupon arazi sanıp peşkeş çekmenize de Düyun-u Umumiyeye biat edip milleti fakirleştirmenize de egemenliğimize, istiklalimize ve istikbalimize kast etmenize de, sonuna kadar direneceğiz. Biz varız, işte buradayız, Türk milletinin yıkılmaz son kalesiyiz. Bir milim geri adım atmayacağız. Başkaları gibi savrulup yalpalamayacağız. Büyük Türk Milletinin canı pahasına kurduğu bu büyük Cumhuriyet'i Milli Mücadele Meclisinin ruhu ile savunmaya sonuna kadar devam edeceğiz. Sonunda biz kazanacağız."
Dervişoğlu, partisinin grup konuşmasının ardından basın mensuplarının sorularını yanıtladı. CHP İstanbul Miletvekili Cemal Enginyurt’a açılan soruşturmaya ilişkin bir soruya Dervişoğlu, şu yanıtı verdi:
''Soruşturma açmak için bu hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın çok ciddi mazeretlere ihtiyacı yok. Kendisine dokunan muhalif bulduğu herkese soruşturma açabilecek bir yargı sistemi oluşturmuş. Adeta İstanbulda bir skıyönetim yönetim savcılığı oluşturulmuş. Talimatta hareket ediyor izlenimi veriyor bu yapı. Ayrıca her küçük meseleden soruşturma açan bir hükümet grubu olan bir siyasi partinin genel başkanı olarak tehdide uğradığımda kılını bile kıpırdatmadı. Ne Cumhurbaşkanı ne Meclis Başkanı ne Adalet Bakanı hiçbirisi harekete geçmedi. İçişleri Bakanı da durumdan vazife çıkarmadı. Muhalifleri bastırmak sindirmek amacıyla lafları cımbızlayıp bir tahkikat alanı oluşturmaya çalışıyorlar. Gün gelecek bu yarattıkları bataklıkta kendileri boğulacak."
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın partisinin Cumhurbaşkanı adayı belirleme sürecinin erken olduğuna ilişkin açıklamasının hatırlatılması üzerine Dervişoğlu, şöyle konuştu:
''Ben kişiler üzerinden değerlendirme yapmıyorum. Bu sürecin çok önemli olduğunu dolayısıyla kişiselleştirilmemesi gerektiğini defalarca söyledim. Hem grup kürsüsünden hem Meclis kürsüsünden hem de yapmış olduğum çeşitli açıklamalarda. Cumhurbaşkanlığı meselesi, milletimizin temel meselesi dolayısıyla bir partinin iç meselesiymiş gibi değerlendirmeye tabi tutulmasını yerinde ve anlamlı görmüyorum. Ve Türkiye'de yaşanan bunca olumsuzluğu gölgede bırakacak tartışmalar mihenk taşı olarak tanımlanmasına da anlam vermiyorum. O sebeple tepkileri de şahısların tepkileri üzerinden değerlendirmek gibi bir durumla karşı karşıya bırakılmayı arzulamıyorum. Türkiye'nin meselesiyse, Türkiye'yi ilgilendiriyorsa bu mesele bir partinin iç meselesiymiş gibi ele alınmasını mahsurlu buluyorum.''