10610,74%-0,28
42,25% 0,06
49,20% 0,47
5743,39% 0,82
9493,42% 2,11
Son yıllarda mimarlık alanında dikkat çeken bir değişim yaşanıyor. Yapı üretiminde artık nicelikten çok, mimarinin insan yaşamına ve çevreye kattığı değer ön plana çıkıyor. Bu yaklaşım, bir yandan iklim krizinin yarattığı zorunluluklardan beslenirken, diğer yandan kentlerde yaşayan insanların artan nitelikli yaşam beklentilerinden kaynaklanıyor. Mimarlık, artık yalnızca fiziksel mekân üretimi değil; insan, çevre ve zaman arasında kurulan çok katmanlı bir denge pratiği olarak tanımlanıyor. Bu anlayış, yapıları birer nesne olmaktan çıkararak; yaşama, kente ve doğaya dokunan, sürdürülebilir bir bütünün parçası haline getiriyor. Aura Design Studio, bu dönüşümü sektörün geçici bir eğilimi olarak değil, mimarlığın özüne bir dönüş olarak değerlendiriyor. Stüdyo, tasarımlarında mekânın insana, çevreye ve zamana kattığı değeri merkeze alarak, çağdaş mimarinin yeni yönünü tanımlayan bütüncül bir bakış açısı ortaya koyuyor… MİMARLIKTA DENEYİMİN ROLÜ Kullanıcı deneyimi artık mimarlığın merkezinde yer alıyor. Mekânın içinde nasıl hareket ettiğimiz, ışıkla nasıl temas kurduğumuz, bir yapının içinde duygularımızın nasıl şekillendiği... Tüm bu unsurlar, mimarlığı yalnızca gözle görülen bir sanat olmaktan çıkararak, insanla kurduğu görünmez ilişki üzerinden değer kazandırıyor. Aura Design Studio Kurucusu Mimar Filiz Cingi Yurdakul, bu yaklaşımı şu sözlerle açıklıyor: “Bizim için sürdürülebilirlik sadece çevreyle ilgili bir kavram değil. İnsan ve mekân arasındaki ilişki de sürdürülebilir olmalı. Bir yapı, kullanıcıya uzun vadede iyi hissettirmiyorsa, o tasarım tam anlamıyla sürdürülebilir değildir. Aura Design Studio’nun projelerinde bu görünmez katmanlar, tasarımın temel verileri arasında yer alıyor. Her yapı, insana dokunan bir deneyim alanı olarak kurgulanıyor. Bizim için her yapı, yalnızca kendi sınırları içinde değerlendirilen bir obje değil; bulunduğu çevreye, topluma ve doğaya katkı sunan bir organizma. Her proje, parçası olduğu bütüne nasıl bir değer katabileceği sorusuyla başlar. Mimarlık artık bütünsel bir değer üretimi pratiği. En temelde ise insan için, çevre için, şehir için ve gelecek için değer yaratma sorumluluğudur” ifadelerini kullandı. DEĞER YARATMAK NEDİR? Mimarlıkta “değer” kavramı çoğu zaman ekonomik bir çerçevede ele alınsa da aslında çok katmanlıdır: İnsana değer: Mekânın davranışlarımızı, duygularımızı ve günlük hayatla kurduğumuz ilişkiyi nasıl dönüştürdüğü. Çevreye değer: Yapının ekosistemle uyumu, kaynakları kullanma biçimi, karbon ayak izi ve gelecek kuşaklara devrettiği yük veya iyilik. Kente değer: Yapının bulunduğu yerde oluşturduğu kimlik, akış, hafıza ve kolektif kullanım biçimleri. Zamana değer: Yapının dayanıklılığı, dönüşebilirliği, yaş aldıkça ürettiği yeni anlamlar. Bu nedenle mimari tasarım süreci artık sadece bir estetik kararlar dizisi değil; insanı, çevreyi ve zamanın ritmini birlikte düşünme pratiği haline geliyor.