En değerli ve paha biçilemez hazinelerimiz olan aklımızı, kalbimizi ve irademizi bozan; bizi gevşek, pörsümüş bir hale getiren Siyonizmin ürettiği “izm”lerdir. Kapitalizm, Kamalizm, Komünizm ve benzeri akımlar, toplumları hakikat fikrinden koparıp “angutlaştırmış”, ezilmeye, eğilmeye, hatta her türlü yok edilmeye hazır hale getirmiştir.
Şanlı tarihimizde nice kahramanlar, tarihin akışını değiştirmiş yiğitler, sırma saçlı hayallerden gerçeğe dönüşmüş destanlarla anılırken; günümüzde onbaşı kültürüyle devlet yönetenlerin elinde bu necip millet, korkak ve kişiliksiz medeniyetlerin önünde eğilir hale getirilmiştir. Hatta öyle ki, sığır çobanı kılıklı kovboylara bile hayranlık duyan bir toplum yapısı ortaya çıkmıştır.
Oysa bütün bu hileli oyunlara rağmen, bizdeki Muhammedi (s.a.v.) cevheri hiçbir zaman yok edilememiştir. Asıl gücümüz, tarihin derinliklerinden bugüne taşınan bu ruh ve inançtır. Atamız Fatih Sultan Mehmet’in, Peygamber Efendimiz’e duyduğu derin sevgiyle söylediği o şiir, bu hakikatin en güzel ifadesidir: > “Ben Sultan Fatih’im, önündeyim İstanbul’un. Yakarım bu şehri bir tebessümün için. Yoksa gülyüzünü güldürmeyen sultanlığı istemem, cihanı istemem!”
İşte Fatihler, Yavuzlar, Alparslanlar ve nice kahramanlarımız bu dava uğruna emir eri olmuşlardır. Bugün bizlere düşen, onların bıraktığı cevheri yeniden parlatmak, milletimizi tekrar şahlandırmaktır. Çünkü bu milletin ruhunda teslimiyet değil, diriliş; zillet değil, izzet vardır.