Yaşadığımız coğrafyada ve içinde bulunduğumuz tarihsel süreçte, bölgemizde neler olduğunun büyük resmini göremezsek, Cumhuriyetimizin, demokrasimizin ve hukuk devletimizin nereye gittiğini ve bu değerlerimizi nasıl koruyup yükselteceğimizi değerlendiremeyiz. Nitekim kamuoyunda Silivri davaları diye bilinen davalarda; önce Türk Silahlı Kuvvetlerinin pek çok değerli isminin, sonra bir kısım bilim insanının, gazetecilerin ve avukatların hedef seçilerek; sahte delillerle, bölücü terör örgütü mensuplarının gizli tanıklıklarıyla, utanç verici bu uygulamalara karşı çıkan savunmanın yok sayılmasıyla zindanlara atılmasını; böylece ülkenin en temel kurumlarının çökertilmesini, tarihi bilinçle bugün olanları ve yarın olacakları kamuoyuna anlatmaya çalışanların susturulmasını artık hukukçulara sormayın demiştik. “Bu davaları; askeri tarih, askeri strateji, uluslararası ilişkiler ve özellikle Ortadoğu uzmanlarına sorun” diye açıklamış idik. Keşke yanılmış olsaydık!..
DEVLETLERİN YIKILMASI, ETNİK KÖKENE VE MEZHEBE DAYANAN KÜÇÜK DEVLETLERİN KURULMASI -NE KADAR PARÇALI O KADAR GÜDÜMLÜİşte, Ortadoğu’nun ve Kuzey Afrika’nın ateşler içinde yandığı, milli devletlerin yıkılarak yerlerine mezheplere ve etnik kökenlere dayalı, mikro milliyetçiliği esas alan küçük küçük yeni devletlerin kurulması sürecinin bütün hızıyla yürüdüğü; masa başında emperyal l devletlerin ve bölge devletlerinin yaptığı planların sahaya kanlı iç savaşlar olarak yansıdığı; Rusya’nın 350 yıllık sıcak denizlere inme hedefinde en önemli edinimleri elde ettiği; ABD’nin, Rusya’nın, Çin’in, İran’ın, Suudi Arabistan’ın ve AB’nin donanmalarının Kıbrıs’ın doğusuyla Hatay arasında kalan Doğu Akdeniz’de buluştuğu bir dönemde, ülkemizdeki tablo ne yazık ki yukarıda özetlediğimiz gibidir.
IŞİD, MÜLTECİ DRAMI, ENERJİ, İKİ KUTUPLU YENİ DÜZEN, PKK’YA VERİLEN ROL VE DİĞERLERİ -BİLENLER, BİLİP DE SUSANLAR, BİLİP DE YANILTANLAR, BİLDİĞİNİ ANLATANLARİçerdeki gelişmeleri bölgemizden bağımsız olarak anlamamız mümkün olmadığına göre, bazı satır başlarına değinmeyi gerekli görüyorum. Libya’nın, Irak’ın ve Suriye’nin dış müdahale ile bölünmesi, Afganistan’ın bölünmeye yüz tutması, bölgedeki diktatörlerin devrilmesinden sonra mezhebe ve etnik kökene dayanan yerel iktidar savaşlarının başlaması, bölgenin ve dünyanın güçlü devletlerinin yangını söndürmek yerine taraf olmalarının yarattığı boşlukta ortaya çıkan IŞİD Terör Örgütü… Özellikle IŞİD vahşetinden kaçarak Türkiye’ye sığınan milyonlarca mülteci… Ege kıyılarında insan kaçakçılarının insafına terk edilen on binlerce kadın, çocuk, erkek; sadece bir yılda Ege’de boğulan 3.500’ün üzerinde insan ve sahillerimize vuran küçücük bedenler… IŞİD’ın kendinden olmayan herkese ve bu arada Kürtlere uyguladığı kıyım… Rusya’nın; sınır ihlali yapan uçağının düşürülmesini adeta bir fırsata çevirerek Esad’a muhalif gördüğü herkese ve bu arada Türkmenlere yönelik uyguladığı kıyım…
Özetle, Orta Doğu kendi bünyesinde çok büyük zıtlıkları, çok büyük fırsatları ve tehditleri barındıran ve 21. yy güç merkezi olmaya aday bir coğrafyadır. Eğer bu zıtlıklar iyi yönetilebilirse başarılı olma şansı çok yüksektir. Fakat bu zıtlıklar ve farklılıklar dışarıdan yahut bölge içi aktörlerin birbirleri ile olan anlamsız rekabetinden dolayı manipüle edilirse Bölge’nin geleceğinde beklenmedik sonuçlarla karşılaşılabilir. “Orantılı risk, karşılıklı bağımlılık” olarak tanımladığımız temel anlayış içinde Türkiye ve Orta Doğu ülkelerinin ilişkilerinin duygusal düzeyden çok, daha pragmatik, daha derinlikli inşa edilecek alanlara doğru yönelmesi gerektiği kanaatindeyim. Çünkü dünyadaki gelişmeleri ve bölgemizdeki gelişmeleri doğru okuyabilirsek bundan dost ve kardeş ülkeler olarak hep birlikte daha da güçlenip önümüzdeki gelişmeleri fırsata çevirerek çıkma imkanı bulabileceğiz
Türkiye - ABD İlişkileri ve Orta Doğu Türkiye’nin yakın çevresine baktığımız zaman; Kafkaslar, Balkanlar, Orta Doğu, Kuzey Afrika, Orta Asya ve Güney Asya’nın bir kısmı, kısacası Türkiye’nin tarihî hinterlandı karşımızda durmaktadır. Bu alanların hepsi de sürprizlere ve değişime gebe önemli merkezlerdir. Yeni güçler arasındaki rekabetin temel alanları da bu alanlardır. Dolayısıyla burada etkili olmak isteyen, buradaki değişimi - dönüşümü kaosa yol açmadan ve ekonomik zenginliğe katkıda bulunacak şekilde değerlendirmek isteyen – ABD başta olmak üzere - herhangi bir güç için Türkiye vazgeçilmez ve bu anlamda stratejik öneme sahip bir partnerdir. Fakat burada tamamlayıcı ilişkinin sağlıklı kurulması gerekmektedir. Çünkü Türkiye’nin kendine has bir takım algıları, tehdit algılamaları ve endişeleri bulunmaktadır. Her iki taraf da birbirini tamamlayacak çok fazla farklı özelliğe sahiptir. Fakat böyle bir iş birliğinin zorunlu kıldığı böyle bir dönemde, Türkiye - ABD ilişkilerinin özellikle son iki yıldır oldukça sancılı bir süreç yaşadığını da görüyoruz. Bunları üç başlıkta toplayacak olursak, en önemlileri; İsrail’le yaşanan sorunlar, Ermeni meselesi ve İran’la - İran’ın nükleer programıyla - ilgili yaşanan sorunlar olarak görünmektedir. ABD ile Türkiye arasında ortaya çıkacak karşılıklı mutabakat, karşılıklı güven ve iş birliğinin diğer alanlardaki büyük potansiyelin ortaya çıkmasına önemli katkılar sunacağı aşikârdır. Ayrıca İsrail ve Ermenistan sorunlarının sadece ülkelerle sınırlı olmayıp bunların Amerika Birleşik Devletleri’nde ve dünyada uzantısı olan büyük diasporalara sahip sorunlar olduğu da görülmelidir. Hem İsrail Musevi lobisi hem Ermeni diasporası ve Ermeni lobisi ABD’de Türkiye aleyhine birçok etkinlik ve faaliyette bulunmakta, oradaki yöneticileri etkilemeye çalışmaktadır. Bunlar zaten on yıllardır bilinen ve sürekli iki ülke gündeminde takip edilen sorunlardır. Dolayısıyla karar şüphesiz karar alıcılara, politikacılara ve yetkililere ait olmakla birlikte Türkiye’nin merkezinde bulunan ve çevresinde çok önemli değişim bölgelerini kapsayan bir ülke olarak ABD ile karşılıklı güven ve menfaatler temelinde varabileceği mutabakatın, dünyanın yeniden dönüşümü noktasında yeniden anahtar bir rol oynayacağı sonucuna varılabilir. Türkiye’nin şu anda en önemli yapısal endişesi Kürt meselesi ile ilgilidir. Bu ABD açısından ve Türkiye - ABD ilişkileri açısından çok önemli bir turnusol kağıdı mesabesindedir. İki tarafın birbirine resmî olarak herhangi suçlaması ya da herhangi önyargısı olmasa da Kürt sorununun ne şekilde evirileceği, bütün coğrafyalarda yapılacak iş birliği üzerinde belirleyici olacaktır. Türkiye, Kürt meselesine dayalı olarak etnik bir bölünme tehlikesi ile karşı karşıya olmadığını ve bu anlamda güven içinde olduğunu hissettiği sürece ABD ile olan ilişkilerinin bugünkü seviyelerinin çok üzerine çıkacağı ileri sürülebilir. Çünkü Türkiye’de ABD ile ilgili yapılan sempati anketlerinde çok olumsuz sonuçlar çıkmaktadır. Türkiye açısından bakıldığında ise şu iki hususun prensip olarak daha güçlendirilmesinde ve kurumsallaştırılmasında fayda vardır. “Orantılı risk, karşılıklı bağımlılık.” Türkiye’nin gücü ölçüsünde risk alması; söylemlerinin boyutunu gücüyle doğru orantılı bir seviyeye çekmesi ve ABD başta olmak üzere bütün ilişkilerinde, bütün etkin olmak istediği alanlarda orantılı bir risk üstlenmesi gerekmektedir. Çünkü orantılı risk aynı zamanda dış politika tercihlerinin doğru yapılmasını da gerektirmektedir. Türkiye’nin geleneksel devlet politikası Batı perspektiflidir ve Avrupa Birliği üyelik müzakerelerini “tam üyelik” ile sonuçlandırmak üzere konumlandırmıştır. Dolayısıyla Avrupa Birliği üyeliğini Türk dış politikasında ilk sıraya koyup kalanları da doğru sıralayarak ve birbirinin önceliklerini karıştırmadan yönetmek gerekmektedir. Bu aynı zamanda bir orantılı risk planlanmasını içermektedir.