Tarih, ibret alınmadığı takdirde tekerrür eder. Bu söz, Endülüs İslam medeniyetinin hazin sonunu ve o sonun bugüne uzanan izlerini anlayabilmek için belki de en doğru başlangıçtır. Bir zamanlar ilim, medeniyet ve adaletin beşiği olan Endülüs’te, Müslümanlar kendi içinde ayrışmış, cihad ruhu zayıflamış ve dünyaya meyletmişti. Bu zayıflıktan faydalanan Haçlı zihniyeti, çocuklara kadar katliam yaparak Müslüman hâkimiyetine son verdi. Kaçabilenler Devlet-i Aliyye’ye sığındı. Fakat bazıları da isimlerini, dillerini, hatta inançlarını değiştirerek aramızda kaldı. Onlar, dışarıdan bize benzeyen; ama içeriden bambaşka hedefler güden, kimliğini saklayan sinsi bir damar hâline geldiler. Bu maskeli zihinler zamanla devletin, toplumun ve inanç dünyamızın önemli yerlerine sızdılar. Bizim gibi konuştular, bizim gibi giyindiler, hatta bizim gibi namaz kıldılar. Ama tek bir gayeleri vardı: Bu milleti özünden, kökünden, imanından ve cihad ruhundan uzaklaştırmak. Ne yazık ki bunda da bir nebze olsun başarılı oldular. Cihad, sadece savaş değil; inancını, kimliğini, vatanını ve değerlerini koruma mücadelesidir. Bugün bu mücadeleyi unutan bir gençlik ve gevşeyen bir toplumsal yapı görüyoruz. Oysa atalarımız üç kıtaya hükmeden bir medeniyeti, yalnızca kılıçla değil, inançla ve adaletle kurmuştu. Bugün de aynı oyun sahnede. Farklı isimlerle, farklı araçlarla… Ama niyet aynı: Bu milleti bölmek, kimliğini yok etmek, inancını sulandırmak. Bu, bir etnik köken meselesi değil; bu, bir zihniyet meselesidir. Her dönemde olduğu gibi bugün de bu topraklara göz dikenler, içeriden destekçilerini bulmuştur. Ancak biz tarihimizi bilir, ibret alır ve uyanırsak; ne inancımızı kaybederiz ne de vatanımızı. Unutulmamalıdır ki; düşman bizden önce bizim unuttuğumuz değerleri keşfeder ve onları elimizden almak için harekete geçer. Artık uyanma vaktidir.