Harun Değer

Tarih: 15.11.2025 21:46

BİR GÖNÜL ADAMI : ERZURUM’UN KARLI DAĞLARININ SESİ ERZURUMLU EMRAH

Facebook Twitter Linked-in

Erzurum’un karı, rüzgârı, ayazı hep anlatılır; ama o soğuğun içinde bir sıcaklık vardır ki, o da 
insanın kendi içinden gelir. Erzurumlu Emrah, işte o iç sıcaklığın, o derin insanlık 
duygusunun şiire dönüşmüş hâlidir. Onun hayatına baktığımızda, yalnız bir ozanın değil, aynı 
zamanda bir dönemin vicdanının hikâyesini görürüz.

19. yüzyılın başlarında Erzurum’un Tanbura köyünde doğan Emrah, yoksul bir çevreden gelip Anadolu’nun her yanına yayılan bir gönül sesine dönüşmüştür. İlk gençliğinde medrese eğitimi almış, hem aruzun inceliklerini hem halk dilinin sadeliğini öğrenmiştir. Fakat onun gerçek mektebi, hayattır; dağların, yolların, ayrılıkların mektebidir. Duygusal, düşünsel ve mistik gelişimi, Anadolu halkının yaşadığı sosyal gerçekliğin bir aynası gibidir. Emrah’ın şiirinde bu halkın dili, derdi ve duası vardır.

“Bir güzeli sevdim gayrı neyleyim, Aşkın deryasında yandım neyleyim. Felek çarkın döndürdü, kırdı kolumu, Meğer ben mecnunum, ben neyim neyim...”

Bu dizelerde yalnızca bir sevda değil, bir varoluş sorgusu, bir insanın kendi içine dönüşü vardır. Aşk, Emrah’ın dünyasında salt bir duygusal hâl değil, insanın kendini arama, tanıma, hatta kendini aşma sürecidir. Onun “aşk” dediği şey, insanı insan yapan yanıştır; ne kadar yanarsa, o kadar arınır.

Erzurumlu Emrah’ın en belirgin özelliği, halk şiirinin yalın diliyle tasavvufun derinliğini bir araya getirmesidir. Onun dizelerinde hem medrese terbiyesi hem halk irfanı hissedilir. Bu yüzden o, halk edebiyatı ile divan geleneği arasında bir köprü gibidir. Bir yanda ölçülü söyleyişin inceliği, diğer yanda yüreğin doğrudan dili vardır.

“Aşıklar derd ile hoş olur imiş, Derd ile hemhal olan dost olur imiş. Aşkın ateşinde yanmak var imiş, Yanmayana cennet haram olur imiş.”

Bu sözlerde derin bir düşünce yapısı vardır: İnsan, acı çekmeden olgunlaşamaz. Dert, insanı hem eğiten hem arındıran bir güçtür. Emrah’ın yaşadığı dönemde Anadolu’da yoksulluk, göç, siyasi karışıklık hâkimdir; ama o bu gerçekliği bir şikâyet değil, bir hikmet olarak işler. “Dert” onda bir kader değil, bir bilinç halidir.

“Aşık oldum bir güzele, Yandım dertli köz ile. Ben yanarken dost güler, Ben bu derde neyleyim.”

Bu dizeler halkın ruhuna hitap eder, çünkü her Anadolu insanı bir şekilde “derdiyle güzelleşmenin” anlamını bilir. Emrah, bireysel acıdan toplumsal bir bilgelik çıkarır. Onun dili, süslenmemiş ama içten; kelimeleri sade ama anlamı yoğundur.

Erzurumlu Emrah, şiirini yalnız aşk üzerinden değil, insanın evrensel halleri üzerinden kurar. Sevgi, sabır, tevazu, hakikat arayışı onun dizelerinde birer ahlaki kategori gibidir. Bu yönüyle o, yalnız bir halk ozanı değil, aynı zamanda bir ahlaki düşünürdür.

“Emrah der ki: Derviş isen, Terk eyle dünya malını. Sevda yolunda can verip, Hak yoluna salını.”

Bu şiirdeki “derviş” tipi, Emrah’ın kendi ideal insan modelidir. Maddeyi değil, manayı önceleyen; gösterişi değil, samimiyeti seçen; şöhreti değil, gönül huzurunu arayan bir insan…

Erzurumlu Emrah’ın şiirlerinde sık sık karşılaştığımız bir diğer unsur da ölüm bilincidir. O, ölümü bir son olarak değil, bir kavuşma olarak görür. “Ayrılık” onda geçicidir; çünkü asıl vuslat, aşkın ve hakikatin birleştiği yerdedir

“Emrah der ki: Bu dünya bir handır, Gelen konar, bir gün göçer insandır. Kimi ağlar, kimi güler o andır, Nihayet ayrılık var sonunda.”

“Emrah der ki: Bu dünya bir handır, Gelen konar, bir gün göçer insandır. Kimi ağlar, kimi güler o andır, Nihayet ayrılık var sonunda.”

Bu dizeler, halk felsefesinin en duru ifadesidir. Yaşamın geçiciliği, ölümün doğal oluşu, insanın kaderle barışması… Emrah, trajediyi kabullenişle, kabullenişi huzurla dönüştürür.

Onun dili Erzurum’un dili gibidir; yalın ama etkili, sert ama samimi. Rüzgârın vurduğu taş duvarlar gibi sade, ama o duvarların içinde yanan bir soba kadar sıcak. Bugün Erzurum’un yaylalarında, kahvehanelerinde, düğünlerinde hâlâ onun dizeleri söylenir. Çünkü halk, kendini o dizelerde bulur.

“Ben severim sevileni, Gönül verip gönül alanı. Dert çekeni, sabır dolanı, Hak katında aziz bilirim.”

Bu dizelerde Anadolu insanının bütün ahlak anlayışı, insan sevgisi ve tevekkül duygusu özetlenmiştir. Emrah, hem gönül terbiyesini hem toplumun ruh kökünü temsil ede

Peki bugünün ozanları Emrah’tan ne öğrenmelidir? Her şeyden önce samimiyeti. Emrah, sözü halk için söyledi, süs olsun diye değil. Onun dizelerinde içtenliğin sesi vardır. Günümüz şiirinde çoğu zaman biçim ön plana çıkar, ama Emrah’ın şiirinde öz asla biçime kurban edilmez. İkinci olarak derinliği... Emrah’ın aşkı, bir duygusal hâl değil, bir felsefi yoldur. O, insanı kendi varoluşuna çağırır. Üçüncü olarak tevazuyu... O, hiçbir zaman “ben” demez. Şöhretin değil, hakikatin peşindedir. Bugünün sanatçısı da halktan kopmadan, halkın diliyle konuşmayı öğrenmelidir.

Ve en önemlisi, aşkı anlamak… Emrah için aşk bir yanma biçimidir. Bu yanış, insanı olgunlaştıran bir yolculuktur.

“Emrah der ki: Gönül neyleyim, Yansam da sevdanla eğleneyim. Aşkın ateşinde ben eriyim, Bu sevda yola değer.”

Evet, o sevda yola değerdi. Çünkü Emrah, sevdayı bir hakikat bilinci olarak gördü. Bugünün ozanları da kalemlerini, sazlarını bu bilincin ateşinden tutuşturmalıdır. Erzurumlu Emrah, Anadolu’nun yalnız bir şairi değil, ruhudur. Onun dizeleri, bir halkın iç sesi, bir coğrafyanın vicdanıdır. Bugün hâlâ rüzgâr Erzurum’un dağlarında estiğinde, o rüzgârla birlikte Emrah’ın sesi duyulur: içten, derin, insanca.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —