Siyasetin Türkiye’de geçirdiği dönüşüm, yalnızca partilerin ya da ideolojilerin değişimiyle açıklanamaz; aynı zamanda siyasetçi tipolojisinin, siyasetin aktörlerinin ve toplumla kurdukları ilişkinin köklü biçimde değişmesiyle ilgilidir. Bir zamanlar kahveye girdiğinde herkesin ayağa kalktığı, saygınlığı tartışılmayan, yöresinin ağası, beyi, kanaat önderi sayılan insanlar milletvekili, belediye başkanı olur; siyaset, güçlü şahısların çevresinde şekillenen bir düzen içinde akardı. Bu dönemin avantajları da yok değildi: Siyasete giren kişiler belli bir ağırlığa, tecrübeye, toplumsal bir karşılığa sahip olduklarından devlet ciddiyetinin bazı damarları korunurdu. Öte yandan bu yapı, en çok da halkın taleplerinin geri planda kalması pahasına kendini üretirdi. Çünkü siyasetin merkezinde halk değil, güçlü bireyler vardı. Ağaların, beylerin, şeyhlerin ve mevki sahibi devletluların talepleri, çoğu zaman koca bir ilçenin ihtiyaçlarının önüne geçer; devlet ilişkileri bir tür kişisel nüfuz oyununa dönüşürdü. Kahvedeki çaylar bile bazen bu nüfuz oyunlarına göre dağılırdı.
Bugün ise tablonun tersyüz olduğunu görüyoruz. Artık kimsenin kahvede ayağa kalkmadığı, hatta selamı bile alınıp verilmeyen, toplumda neredeyse hiçbir ağırlığı olmayan, silik ve sıradan kişiliklerin bir anda siyasetin her noktasında kendine yer bulabildiği bir dönemdeyiz. Hatta bazen önemli memuriyetlerden gelmiş olsalar bile kişisel karşılıkları olmadığı için aynı silik görünüm devam ediyor. Bu yeni siyasetçi profilinin de kuşkusuz bazı avantajları var; en önemlisi siyasetin tabana yayılması, geniş kesimlerin siyasete katılmasının kolaylaşmasıdır. Artık siyaset, sadece nüfuzlu ailelerin tekelinde olan bir alan değil. Herkesin söz söyleme, herkesin aday olma ve herkesin yönetimde yer alma ihtimali daha yüksek. Bu, toplumsal katılımın artması açısından hiç küçümsenmeyecek bir gelişme. “Benim de bir fikrim var” diyen herkesin sahaya çıkabilmesi, bazen gülümsetse de demokrasinin cilvesi işte. Ne var ki bu dönüşüm beraberinde büyük bir handikap da getiriyor: siyasetin kişiliksizleşmesi. Bir zamanlar aşırı güçlü bireylerin gölgesinde kalan siyaset, şimdi de kişisel ağırlığı olmayan aktörlerin yavanlığına sıkışmış durumda. Kendi hikâyesi, kendi duruşu, kendi fikri olmayan, siyasetle toplumu buluşturacak bir köprü olamayan bu yeni aktörler çoğu zaman partilerin genel merkez mekanizmaları içinde şekillenen, tepeden belirlenen isimlere dönüşüyor. Halkla bağ, bu kez kişisel nüfuz yüzünden değil, kişisel yokluk yüzünden kopuyor. Eskiden “aşırı ağırlık” vardı, şimdi “aşırı hafiflik” sorunu var; terazi bir türlü dengede durmuyor. Bugünün siyasetinde ortaya çıkan en çarpıcı çelişki de burada yatıyor: Bir yanda toplumun siyasete katılım imkânı artıyor; diğer yanda siyaseti temsil eden isimlerin şahsiyeti, ağırlığı, kültürü ve vizyonu azalıyor. Eskinin aşırı kişisel güce dayalı siyasetinin yerine, bugün adeta kişilikten arındırılmış bir mekanik siyaset biçimi geçmiş durumda. Oysa siyaset ne tam anlamıyla şahısların oyunu olmalıdır ne de ruhsuz bir memuriyet. Siyaset sonuçta ne ağaların gölgelik avlusu, ne de fotokopi cihazı gibi tek düze çalışan bir büro makinesi olmalı. Türkiye’nin ihtiyacı olan, geçmişin tecrübesi ile bugünün katılım genişliğini buluşturan yeni bir siyaset anlayışıdır. Halkla bağ kurmayı bilen, toplumda karşılığı olan, ama aynı zamanda tek başına bir güç odağına dönüşmeyecek kadar mütevazı; partilerin mekanizması içinde çalışırken halkın sesini yansıtacak kadar özgür; katılımcı demokrasiyi genişletirken siyaset kurumuna ciddiyet katacak kadar donanımlı bir siyasetçi profiline ihtiyacımız var. Siyasetin bugünkü halini ne bütünüyle yersiz bir kişiliksizliğe, ne de dünün aşırı şahsi ağırlığına mahkûm etmeye gerek var. Çünkü siyaset, doğru ellerde hem toplumun hikâyesini taşıyan hem de toplumun geleceğini inşa eden bir vasıtaya dönüşebilir. Bunun yolu ise, ne sadece güçlü adamlardan ne de tamamen silik figürlerden; kişiliği olan ama kibri olmayan, halkla bağ kuran ama partinin esiri olmayan yeni bir siyasi neslin yetişmesinden geçiyor. Mizahını unutmayacak kadar insani, ciddiyetini unutmayacak kadar devlet aklına sahip bir nesil… Belki o zaman kahvede kimseyi ayağa kaldırmaya gerek kalmaz; siyaset kendi ağırlığıyla saygı görür.