Harun Değer

Tarih: 16.11.2025 17:45

KÜRTÇE KONUŞTU DİYE ÜLKE BATMAZ

Facebook Twitter Linked-in

Bazen öyle şeyler duyuyorum ki, insan gerçekten şaşırıyor. “Kürtçe televizyon olursa ülke 
bölünür.” “Anadilde eğitim ülkeyi parçalar.” “Kürtler çok hak isterse devlet zayıflar.”
Peki gerçekten öyle mi? Bir vatandaşın, kendi dilini konuşması, kendi kimliğini yaşatması, bir 
ülkenin bütünlüğünü nasıl tehdit eder?

Benim cevabım net: Kürtlere insan olmaktan, vatandaş olmaktan doğan haklar tanınırsa bu ülke bölünmez; aksine daha güçlü olur. Çünkü adalet, bölünmenin değil, birliğin harcıdır. Adaletin olduğu yerde kimse ayrılmak istemez.

“Hakkâri’deki Amcam Kürtçe Konuştu Diye Ülke Batmaz” Konu aslında bu kadar basit. Hakkâri’deki amcam köy kahvesinde Kürtçe konuştu diye bu ülke batmaz. Mardin’de bir teyze torununa Kürtçe ninni söyledi diye devlet yıkılmaz. Tam tersine, o ninni bu toprağın melodisidir. Yasaklandığında susan sadece o dil değildir; ülkenin vicdanı da susar. Benim çocukluğumda köylerde Türkçe bilen çok azdı. Ama herkesin gönlünde bu toprakların sevgisi, beraber yaşama arzusu vardı. O insanlar bu ülkeye küsmemişti, ama devletin bazen onlara küstüğünü hissederlerdi. İşte o küskünlük, yıllarca büyüyen bir sessizlik oldu. Devlet, vatandaşıyla ne zaman eşit ilişki kurarsa, o zaman o sessizlik çözülür. Kürt yurttaşın devletten istediği şey ayrı bir bayrak, ayrı bir sınır değil. Onun istediği, kimliğiyle onur duyabileceği, diliyle özgürce konuşabileceği bir vatandaşlık duygusu. Korkuların Gölgesinde Siyaset Türkiye’nin en büyük sorunu, kendi toplumundan korkmasıdır. Devlet, vatandaşına güvenmekte hep zorlanmıştır. Çünkü sistemin temeli, bir çeşit homojenlik üzerine kurulmuştur. “Herkes aynı olacak” anlayışıyla şekillenen bu yaklaşım, doğal olarak farklı olanı tehdit gibi görür. Ama bizler biliyoruz ki, bir ülke farklılıklarını bastırarak değil, onlara alan açarak büyür. Zorla tek sesli hale getirilen toplumlar sessizleşir. Ama farklı seslerin birlikte yankılandığı ülkeler hem zenginleşir hem kökleşir. Bugün Avrupa’da federal ya da çok dilli yapılarla yaşayan ülkeler var. İsviçre’de dört resmi dil konuşuluyor. İspanya’da Katalanca, Baskça okullarda öğretiliyor. Kanada’da hem İngilizce hem Fransızca devlet dili. Bu ülkelerin hiçbiri bölünmedi. Çünkü demokrasi korkudan değil, güvenden besleniyor. Bizde ise hâlâ “Kürtçe konuşulursa Türkiye bölünür” deniliyor. Oysa bu, bir asırlık bir korkunun mirası. Cumhuriyet’in ilk dönemlerinden itibaren “birlik” fikri, çoğu zaman “tekçilik” olarak yorumlandı. Türkçe dışında her dil “bölücülük” sayıldı. Oysa bir milletin “Biz de Bu Ülkenin Aslıyız” Diyebilmek Benim dedem Türkçe bilmezdi ama ülke sevgisini anlatırken gözleri dolardı. “Bu toprak bizim, ama bizi de bu toprağın parçası sayın” derdi. İşte mesele tam da budur: Bir halk, kendini o ülkenin asli unsuru olarak hissediyorsa o ülke yıkılmaz. Fakat kimliğini inkar etmeye zorlanırsa, gönlü kırılır. Yıllardır bazı çevreler “Kürtler ne istiyor?” diye sorar. Cevap aslında çok sade: Eşit yurttaşlık. Ne eksik, ne fazla. Ne bir başkasının üzerinde bir statü, ne de aşağıda bir konum. Sadece eşitlik. Bu kadar basit bir talep, yıllarca neden tehdit gibi algılandı? Çünkü “hak” ile “lütuf” arasındaki farkı hâlâ içselleştiremedik. Kürtlerin, Arapların, Ermenilerin ya da kim olursa olsun — insan olmaktan doğan hakları vardır. Bu haklar devletin lütfu değildir. Lütuf olan her şey bir gün geri alınabilir. Ama hak, devletten değil, insandan kaynaklanır. Hak Bölmez; Adalet Birleştirir Bazen biri “Ama çok hak verirsek, sonra ayrılmak isterler” der. Oysa tarihin öğrettiği tam tersidir: Hak verilmediği için insanlar kopar. Adalet eksikliğidir ayrılıkların en büyük nedeni. Bir ülkenin birliği, zorla değil, rızayla kurulur. Rızanın temeli de eşitliktir. Kürtçe konuşma hakkı, kültürel kimlik hakkı, yerel yönetimlerde söz sahibi olma hakkı… Bunlar ülkeyi zayıflatmaz. Tam tersine, devlete olan güveni güçlendirir. Çünkü vatandaş kendini sistemin parçası hissetmeye başlar. Devletin Korkuları, Halkın Gerçekleri Devletin Kürt meselesine bakışı uzun yıllar güvenlik merkezli oldu. Her talep, “bölücülük” filtresinden geçirildi. Oysa toplumun içinde bu taleplerin büyük kısmı insaniydi, gündelikti. İnsanlar dillerini yaşatmak, çocuklarının kendi kimliğini bilmesini istiyordu. Bir halk, yüzyıllardır yaşadığı toprakta kendi dilinde dua etmekten korkuyorsa, o ülkenin sorunu halkta değil, devlette demektir. Devletin korkuları, halkın gerçeklerini perdeledi. Ama artık zaman değişti. Genç kuşaklar bu korkuları taşımıyor. Onlar birlikte yaşamayı, farklılıkla bir arada olmayı daha doğal görüyor. Bugün Diyarbakır’da, Van’da, Mardin’de, hatta İstanbul’un sokaklarında bile insanlar bu meseleyi çok daha olgun konuşuyor. Kimse bölünmek istemiyor. Herkes bu ülkenin içinde eşit yaşamak istiyor. Yeni Bir Toplumsal Sözleşme Zamanı Belki de artık Türkiye’nin yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacı var. Korkulara değil, güvene dayalı bir sözleşme. Bir yanda kimliğini yaşatmak isteyen Kürt vatandaş, diğer yanda “ülke bölünür mü?” endişesi taşıyan Türk vatandaş… Bu iki duygunun arasında köprü kurmak, siyasetin en asli görevi. Yeni bir siyaset dili, kimseyi dışlamadan, herkesin sesini duyarak kurulabilir. Bu, ne ülkenin üniter yapısını bozar ne de vatan sevgisini zayıflatır. Aksine, kardeşliği derinleştirir. Çünkü kardeşlik, ancak eşitler arasında olur. Dillerin Kardeşliği, Halkların Gücü Bir ülkede farklı dillerin yan yana yaşaması bir zenginliktir. Kürtçe, Türkçe, Arapça, Ermenice... Hepsi bu toprağın sesi. Her dil bir renk, her kültür bir nefes. Bir ülke, kendi renklerinden utanmazsa güzelleşir. Kendi sesinden korkmazsa büyür. Düşünün, bir Kürtçe ninniyle büyüyen çocuk, okulda kendi dilinde bir satır yazabilse, o çocuk bu ülkeye daha güçlü bağlanmaz mı? Çünkü dışlanmak değil, tanınmak insana aidiyet kazandırır. Geleceğin Türkiye’si Ben geleceğin demokratik Türkiye’sini korkuların değil, güvenin yöneteceğine inanıyorum. Artık insanlar “farklı olmak”tan korkmuyor. Gençler birbirinin dilini öğrenmek istiyor. Müzik, edebiyat, sinema bunu çoktan başardı. Bugün Kürtçe şarkılar dinleniyor, Kürt yönetmenler ödül alıyor, Kürt yazarlar Türkçe yazıp hepimizi etkiliyor. Kültürel ortaklık siyasetin çok önünde gidiyor. Demek ki mesele bölünmek değil, buluşmak. Devletin görevi, bu buluşmayı kolaylaştırmak. Eşit yurttaşlık temelinde yeni bir sayfa açmak. Son Söz Bir ülke, vatandaşının kimliğini tanıyarak küçülmez. Bir dil konuşulunca toprak eksilmez. Bir halk kendini ifade edince bayrak yere düşmez. Hakkâri’deki amcam Kürtçe konuştu diye ülke batmaz. Tam tersine, o konuştuğu sürece bu ülke ayakta kalır. Çünkü bir ülke, içinde yaşayan insanların sesleriyle yaşar. Bu sesleri susturmaya çalışmak, sessizlikten bir birlik üretmeye çalışmaktır. Ama sessizlik, birliğin değil, kırgınlığın dilidir. O yüzden biz artık korkularla değil, güvenle konuşalım. Çünkü bu topraklar hepimizin. Aynı sofradayız, aynı gökyüzünün altındayız. Birimiz susunca eksiliyoruz. Birbirimizi duymayı öğrendiğimiz gün, işte o gün bu ülke gerçekten bütünleşecek.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —