Harun Değer

Tarih: 23.11.2025 22:58

PASİNLİ İBO BEG HİKAYESİ ÖZELİNDE ERMENİ SORUNUNA FARKLI BİR BAKIŞ

Facebook Twitter Linked-in

Ermeni sorunu bu toprakların sürekli kanayan bir yarasıdır. Kimine göre bir soykırıma varan 
bir mezalim , kimine göre de karşılıklı olaylardır. Her iki söylemin de doğruluğu ve yanlışlığı 
tarihçilere ve tarih yazıcılarına bırakılması gerekir.

Benim büyük dedelerinden biri Erzurum Ulu Cami’de yakılarak şehit edildi. Ama aynı zamanda Varto ve Hınıs’ta Ermeni mezalimine şahitlik etmiş insanlara da kulak vermiş biriyim. İç sızlatan anlatılardı bunlar

Ben burada yaşanmış bir hikaye üzerinden olaya farklı tarafından bakacağım. Bu savaşta Osmanlıyı oluşturan etnik unsurlardan biri olan Kürtlerden 700 bin insanın katledilmesine rağmen, olayın özellikle o dönem Kürtlerden müteşekkil Hamidiye Alayları üzerinden Kürtlere havale ve ihale edilmesine eleştirel bakacağım. Yine Ermenilerin bu olaylarda, aşırı seküler çevrelerce gösterildiği gibi masum olmadığını bu yaşanmış olay üzerinden açıklamaya çalışacağım.

Aşağıda kısaca değindiğim yaşanmış hikaye toplumun hafızasının anlatıcıları, Kürt Dengbêjler tarafından anlatılagelmiştir. Mazisi belki yüzyıllık olan bu hikaye Kürtlerin hafızasında daha dün kadar canlı ve yürek yakıcıdır.

Yukarıda değindiğim gibi; 1915 üzerine konuşurken yıllardır aynı iki ezberin arasında sıkıştırıldık: Bir taraf “sadece tehcir oldu” diyerek yaşananları sümen altına itiyor; diğer taraf “soykırım” diyerek tüm tarihi tek bir cümleye mahkûm ediyor. Oysa bu tartışmada bilinçli biçimde karartılan, işlerine gelmediği için üzeri örtülen bir başka gerçek daha var: Ermeni meselesi üzerinden Kürtleri günah keçisi haline getirme girişimi. Bu, tarihsel bir manipülasyondur; üstelik bugün hâlâ diri tutulan bir manipülasyon.

Kürtlerin hafızasında “Fıllah keys” diye bir söz vardır. Yani “Hristiyan fırsatını buldu mu Müslümana vurur.” Bu sözün bugünün siyasetine hizmet eden bir propaganda olduğuna inananlar varsa, sadece bir kez olsun bölgenin tarihine, ağıtlarına, hafızasına baksınlar. Bu söz, masa başında değil, yakılmış köylerin küllerinin arasından, karlar üzerinde donmuş çocuk cesetlerinin yanından, namusu için can veren kadınların feryadından çıkmıştır. Bu toprakların hakikati acıdır; bu acıyı bilmeyenlerin tarih konuşmaya da hakkı yoktur.

İbo Begê hikâyesi bunun çarpıcı örneklerinden biridir. Rus ordusu Serhat’a girerken Ermeni milislerin rehberliğinde köyleri basıyor, halkı kışın ortasında göçe mecbur ediyordu. İbrahim Beg, göç hazırlığı yaparken yıllardır ekmeğini yediği Ermeni hizmetkârı Haçik tarafından “Seni korurum, gitme” diye kandırıldı. Ruslar köye girince Haçik’in yaptığı şey trete yapmak değil, bizzat gidip Beg’in karısını, gelinini ve kızını Rus komutana pazarlık konusu etmek oldu. Evet, pazarlık: Komutana kadınları dağıtmayı teklif etti, kızı Adle’yi de kendine istedi. Bu, bir ihanetin değil, çıplak bir alçaklığın adıdır.

İbrahim Beg, ailesiyle istişare etti. Kadınlar, “Namusumuzdan sen sorumlu değilsin; bizi öldür, bizi onların eline bırakma” dedi. Beg, karısını ve gelinini öldürdü; kızına tetiği çekemedi. Adle ise babasının elinden silahı alıp kendi canına kıyarak namusunu korudu. Bu

sahnenin ağır yükü, bugün bile dengbêjlerin sesi titrerken duyulur. Ardından Beg, Rus komutanı da Haçik’i de öldürdü ve kendisi de çatışmada öldü. Bu olay yalnızca bir ağıt değil; ihanetin ve acının Kürd hafızasındaki adıdır.

Arşivlere gelince… Bazılarının yüzüne bakmaya bile cesaret edemeyeceği kadar karanlık belgelerle doludur. 1915-1916 arasında Ermeni komitelerinin Rus ordusuyla birlikte Bitlis’ten Mardin’e kadar köyleri bastığı, kadınları, çocukları katlettiği, tandırlarda insan yaktığı kayıtlıdır. Bitlis’in 40 bin nüfusu 6 metre kar altında göçe zorlandığında, binlerce çocuk yollarda donarak öldü. Bugün insan hakları nutukları atan bazı ülkeler o zaman o çeteleri silahlandıranlardı.

Osmanlı Devleti bölgeyi koruyacak güce sahip değildi; Kürd aşiretleri kendi köylerini savunmaya mecbur kaldı. Bu süreçte kontrolden çıkan aşiretlerin yaptığı yanlışlıklar yok muydu? Elbette vardı. Ama bugün birileri kalkıp bu istisnaları genelleştirip “Kürdler katliam yaptı” masalını ortaya atınca, o sözün ardındaki kötü niyet kendini ele veriyor. Asıl amaç, Kürtleri tarihin suçlusu ilan etmektir.

Daha da acısı, bazı Kürt siyasilerinin Batı’ya yaranmak uğruna tüm Kürt halkı adına Ermenilerden özür dileme yarışına girmesidir. Bu siyaset, Kürtleri sanık sandalyesine oturtanların işini kolaylaştırmak dışında hiçbir işe yaramaz. Birkaç aşiretin davranışını “bütün Kürtlerin suçu” haline getirmek tarih dışı olduğu kadar ahlaksızlıktır da. 1915’in asıl gerçeği şudur: Çatışan güçler Rusya, İttihat ve Terakki ve Batılı devletlerdi. Kürtler ise bu güçler tepişirken ezilen çimenlerdi. Bugün hâlâ Kürtlere parmak sallayanların bazıları, işte o fillerin torunlarıdır. Tarih konuşuyorsak cesaretle konuşmak zorundayız. Hakikatin üstünü örtenlere değil, bedel ödeyen halka kulak vermeliyiz. Çünkü bu coğrafyada kim ne kadar saklamaya çalışırsa çalışsın, gerçek değişmez: 1915’te de bugün olduğu gibi, filler tepişti; ezilen yine Kürdler oldu.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —