Harun Değer

Tarih: 04.12.2025 18:30

SURİYEDEKİ DENGELER, KÜRESEL GÜÇ REKABETİ VE TÜRKİYE’NİN BARIŞ SÜRECİNDE KARŞILAŞTIĞI BARİYERLER

Facebook Twitter Linked-in

Suriye’de savaşın görünür ölçeği her ne kadar azalmış gibi dursa da, bu durgunluğun bir barışa değil, büyük güçlerin yeniden pozisyon aldığı geçici bir sessizliğe işaret ettiği artık açık bir gerçekliktir. Bölgeyi uzun yıllardır yakından izleyen herkes bilir ki Ortadoğu’da sükûnet çoğu zaman fırtınalı süreçlerin arifesinde yaşanır. Bugün Suriye’de yaşanan tam olarak budur. Rejim, kendi devlet kapasitesiyle değil, sahadaki dış aktörlerin ittifak ve rekabet dengeleriyle ayakta duran bir yapı hüviyetindedir. Bu nedenle Suriye’nin geleceğine ilişkin her tartışma otomatik olarak uluslararası güç mücadelesinin parçası hâline gelmektedir. Suriye dosyasının Türkiye açısından bu kadar kritik olmasının nedeni de tam burada ortaya çıkar: Çünkü Türkiye’nin ulusal güvenlik, iç siyaset, sınır güvenliği, mülteci politikası, terörle mücadele stratejisi ve bölgesel nüfuz alanı gibi temel parametreleri, Suriye’deki gelişmelerden doğrudan etkilenmektedir. Bu nedenle Ankara için Suriye yalnızca dış politika dosyası değil, iç barış projelerini bile doğrudan belirleyen bir stratejik denklem hâline gelmiştir. Bugün Suriye’nin kuzeyinde oluşan de facto Kürt yönetimi, savaşın doğurduğu güç boşluğunun bir sonucu olmanın ötesinde, küresel güçlerin bölgesel hesaplarının bir uzantısı hâline gelmiştir. ABD’nin YPG’ye verdiği askeri ve siyasi destek, bu yapıyı yalnızca yerel bir aktör olmaktan çıkarmış; Türkiye’nin sınırında ABD güvencesi altında yarı-özerk bir yapının ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bu durum Ankara açısından güvenlik ve stratejik derinlik bakımından kabul edilebilir bir tablo değildir. Zira Türkiye’nin güney hattında tarihsel olarak sürekli hassas olan demografik, etnik ve jeopolitik yapı, bugün ilk kez bu kadar açık bir şekilde Amerikan siyasetiyle kesişmektedir. Üstelik bu kesişme, Türkiye’nin kendi iç barış mekanizmalarını doğrudan etkileyen bir faktör hâline dönüşmüştür. Geçmiş yıllarda yürütülen çözüm ve barış müzakerelerinde sürecin kırılma noktasını Suriye’deki gelişmeler oluşturdu. Ankara masada ilerleme sağlamaya çalışırken, sahada PKK’nin Suriye üzerinden elde ettiği alan genişlemesi Türkiye açısından ciddi bir güvenlik açığı ve stratejik risk olarak değerlendirildi. Çözüm süreci, karşılıklı güven tesisinin hassas bir zemine dayandığı bir dönemdi; ancak sahadaki fiili gelişmeler bu zemini aşındırdı. Bir taraf müzakere odasında çözüm konuşurken, diğer tarafın Suriye’de fiili bir yönetim inşa etmesi, Türkiye’nin gözünde sürecin samimiyet algısını zedeledi. Bu nedenle Suriye’deki durum Türkiye’nin iç barış çabalarıyla doğrudan bağlantılı bir dış politika parametresi hâline geldi. Bugün hâlâ aynı durum geçerliliğini korumaktadır. Kürt meselesi sadece Türkiye’nin sınırları içinde şekillenen bir olgu olmaktan çıkmış; Irak, İran ve özellikle Suriye ile bağlantılı çok katmanlı bir bölgesel mesele niteliği kazanmıştır. Bu noktada ABD ve İsrail’in Suriye’ye bakışı kritik önemdedir. Her iki aktör de güçlü, merkeziyetçi ve bütüncül bir Suriye istememektedir. Çünkü parçalı, zayıf ve birbirine bağımlı alt yapılardan oluşan bir Suriye, hem İran’ın bölgesel nüfuzunu sınırlamakta hem de Türkiye gibi bölgesel aktörlerin oyun alanını daraltmaktadır. Bugün Suriye’nin kuzeyindeki Kürt yapılanması ABD’nin bölgedeki askeri varlığının hem gerekçesi hem de aracı hâline gelmiştir. İsrail açısından ise Suriye’nin parçalı yapısı İran’ın Şam üzerindeki etkinliğini sınırlayan bir güvenlik doktrininin parçasıdır. Bu nedenle ABD ve İsrail’in desteklediği bir

kuzey Suriye yapılanması, sadece Suriye’nin değil, bölgenin genel jeopolitik denkleminin önemli bileşenlerinden biridir. Böylesi bir tabloda Barzani yönetiminin pozisyonu da ayrı bir önem taşıyor. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi uzun yıllardır ABD ve İsrail ile güçlü ilişkiler içinde. Erbil, Suriye Kürtlerinin siyasi ve askeri kazanımlarını tamamen yok sayan bir yaklaşımın kendi uzun vadeli çıkarlarıyla örtüşmediğini düşünüyor. Buna karşın Ankara, Suriye’nin kuzeyindeki yapının PKK ile organik bağını ve Türkiye’ye karşı tehdit potansiyelini merkeze alarak, bu fiili durumu kendi kırmızı çizgileri açısından kabul edilemez görüyor. Bu iki yaklaşım arasındaki mesafe ilerleyen yıllarda Türkiye–Barzani ittifakının niteliğini yeniden şekillendirecek gibi duruyor. Çünkü hem Erbil hem Ankara kendi güvenlik ve siyasi çıkarlarını korumaya çalışırken, Suriye sahasındaki gelişmeler iki aktörü karşı karşıya getirmeye aday bir potansiyel taşımaktadır. Bu durum, bölgedeki Kürt siyaseti içinde de yeni fay hatları ve yeni bloklaşma ihtimallerini gündeme getirmektedir. Türkiye için ise Suriye dosyasının en kritik yanı, iç barış hedeflerinin artık bölgesel jeopolitikle ayrılmaz bir bütüne dönüşmüş olmasıdır. Türkiye, çözüm süreçlerinde ilk kez bu kadar geniş bir bölgesel kuşatmayla karşı karşıya kalmıştır. İçeride yürütülen barış görüşmelerinin kaderi artık Erbil’deki, Şam’daki, Washington’daki, Moskova’daki ve Tel Aviv’deki masa konuşmalarıyla doğrudan bağlantılıdır. Bu bağlamda Ankara’nın barış politikası, sadece iç aktörlerin rasyoneline değil, aynı zamanda uluslararası güç dengesine bağlıdır. Bu, Türkiye açısından hem önemli bir zorluk hem de dikkatli yönetilmesi gereken bir stratejik risk alanıdır. Bütün bu unsurlar bir arada değerlendirildiğinde Türkiye, barış ve kardeşlik sürecinde beklemediği kadar karmaşık handikaplarla karşı karşıyadır. Suriye, sahadaki aktör çeşitliliği ve küresel güçlerin müdahale derinliği nedeniyle yalnızca bir dış politika meselesi olmaktan çıkmış; Türkiye’nin iç huzurunu, siyasi iklimini ve uzun vadeli stratejik yönelimini şekillendiren bir ana dosya hâline gelmiştir. Ancak tüm bu zorluklara rağmen Türkiye’nin barış arayışı bir lüks, bir tercihten ziyade tarihsel bir zorunluluktur. Çünkü çatışmaların yeniden alevlenmesi hiçbir aktörün çıkarına değildir; en çok da bu coğrafyanın halkları zarar görür. Bugün yapılması gereken, bölgesel gerçekliği soğukkanlılıkla analiz etmek, dış güçlerin etkisini doğru okumak ve barış mimarisini bu çok katmanlı yapıya uygun şekilde inşa etmektir. Zor bir süreç olduğu kesindir; fakat bu topraklarda hiçbir barış çabası kolay olmadı. Buna rağmen, barışa dair umut, bölgenin bütün karışıklığına rağmen hâlâ en güçlü seçenek olmaya devam ediyor.  


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —