Harun Değer

Tarih: 22.12.2025 18:16

TÜRKİYE’DE MUHALEFETİN DİZAYNI VE SİYASAL ALANIN YENİDEN YAPILANDIRILMASI

Facebook Twitter Linked-in

Türkiye siyaseti son yıllarda öyle bir noktaya geldi ki, artık iktidar ile muhalefet arasındaki ilişki klasik demokratik rekabet çerçevesinde tanımlanamaz hale geldi. Demokratik sistemlerde muhalefet partileri iktidarın karşısında bir alternatif üretir; denetler, eleştirir, toplumun farklı kesimlerinin temsilini sağlar. Oysa bugün Türkiye’de muhalefet, iktidarın gözünde mücadele edilmesi gereken rakipler değil, “dizayn edilmesi”, “kontrol edilmesi” ve mümkünse “dönüştürülmesi” gereken yapılar olarak görülüyor. Bu yaklaşımın en görünür ve en uzun soluklu uygulama sahası, Kürt siyasi hareketinin yaklaşık otuz yıllık parti çizgisi üzerinde yaşandı. Seçimle gelen belediye başkanlarının yerine kayyımların atanması, parti kapatma davaları, kitlesel gözaltılar ve terörle iltisak iddiaları üzerinden yürütülen yargı süreçleri, yalnızca güvenlik politikalarının bir uzantısı değildi; aynı zamanda siyasi alanın temel aktörlerinden birinin yeniden tasarlanmasına yönelik sistematik bir mühendisliğin parçalarıydı. Bu müdahaleler, literatürde “siyasal alanın domestikasyonu”, yani muhalefetin ehlileştirilerek iktidar tarafından belirlenen sınırlar içinde hareket etmeye zorlanması olarak tanımlanır. Kuşkusuz bu sürecin DEM Parti ve selefleri üzerinde yarattığı etki, kısa vadede iktidarın siyasal kontrol kapasitesini artırdı. Ancak burada gözden kaçmaması gereken bir nokta var: Türkiye’de yaşanan bu dönüşüm, giderek yalnızca Kürt siyasi hareketinin sınırları içinde kalmayan, daha geniş bir siyasal mimariye yayılan bir modele dönüşüyor. Bugün CHP başta olmak üzere diğer muhalefet partilerinin karşı karşıya kaldığı baskılar, medya manipülasyonları, fraksiyonları kışkırtan operasyonel faaliyetler, yargı ve bürokrasi üzerinden yürütülen denetim mekanizmaları, aslında aynı dizayn siyasetinin yeni evreleridir. Bu tabloyu yalnızca güncel siyasi çekişmelerin sonucu olarak görmek yanıltıcı olur. Türkiye’nin devlet geleneğinde muhalefeti kontrol etmeye, sınırlandırmaya ve belirli bir çerçeveye sokmaya yönelik tarihsel bir refleks uzun süredir mevcuttur. Ancak bu refleks, özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişten sonra daha bütüncül bir siyasal stratejinin unsuru haline geldi. Bugün yaşananlara geniş bir çerçeveden baktığımızda iki ihtimal beliriyor: Eğer bu süreç bir devlet politikasıysa Türkiye’nin kurumsal demokrasisi için uzun vadede oldukça riskli bir tabloyla karşı karşıyayız. Devlet aklının muhalefeti kontrol edilmesi gereken bir “güvenlik problemi” olarak görmesi, sivil toplumdan medyaya, meslek kuruluşlarından yerel yönetimlere kadar tüm temsil mekanizmalarının daralması anlamına gelir. Böyle bir ortamda muhalefet, demokratik oyunun asli bir unsuru olmaktan çıkar; sadece iktidarın belirlediği sınırlar içinde var olmasına izin verilen bir figür haline gelir. Bu ise demokrasinin en temel şartı olan eşit rekabetin yapısal olarak ortadan kalkması demektir. Bir başka ihtimal ise bu sürecin devlet politikasından ziyade mevcut iktidar blokunun stratejik bir tercihi olmasıdır. Bu senaryoda amaç, muhalefeti zayıflatmak, parçalamak, iç tartışmalarla meşgul etmek ve seçimsel rekabeti daha baştan asimetrik hale getirmektir. Böyle bir strateji kısa vadede iktidara seçimsel avantaj sağlayabilir, hatta uluslararası alanda belirli bir manevra kabiliyeti yaratabilir. Ancak uzun vadede bu tür mühendislikler, toplumda temsil krizini derinleştirir. Seçmen iradesinin sistematik biçimde yönlendirildiği veya etkisizleştirildiği algısı yaygınlaştığında, demokratik meşruiyet zedelenir. Siyasal alanın daralması, katılımın düşmesi, güvenin azalması ve kurumsal çürüme, otoriterleşme süreçlerinin doğal sonuçlarıdır. Kürt siyasi hareketi üzerindeki müdahalelerin bugün CHP ve diğer partilere yönelmiş olması, işaretidir. Çoğulculuk vardır ama iktidarın izin verdiği ölçüde. Muhalefet vardır ama sınırları iktidar tarafından çizilir. İttifaklar vardır ama sadece iktidarın manipülasyon kapasitesinin elverdiği kadar. Medya vardır ama iktidarın hegemonik söylemi belirleyici olmaya devam eder. Bunun en somut örneği, muhalefet içi fraksiyonların medya üzerinden büyütülmesi, liderlik tartışmalarının dış müdahalelerle şekillendirilmesi ve muhalefet partilerinin kendi ajandalarını belirleme kapasitesinin dışarıdan baskılanmasıdır. Bu da muhalefeti yalnızca zayıflatmaz; aynı zamanda siyaseti bir rekabet alanı olmaktan çıkarıp bir “kontrol alanı”na dönüştürür. Bütün bu gelişmelerin Türkiye açısından en kritik sonucu, demokrasinin uzun erimli sürdürülebilirliğinin ciddi bir tehdit altına girmesidir. Kurumsal demokrasi, ancak öngörülebilir kurallarla, eşit rekabetle, bağımsız kurumlarla ve siyasal aktörlerin kendi iradeleriyle var olabilir. Muhalefetin sürekli dizayn edildiği, partilerin iç dengelerine dışarıdan müdahale edildiği, yargı ve bürokrasinin siyasal mühendislik amacıyla kullanıldığı bir ortamda demokrasinin kök salması mümkün değildir. Daha önemlisi, böyle bir süreç sadece muhalefeti değil, iktidarı da uzun vadede zayıflatır. Çünkü demokratik rekabetin olmadığı bir ülkede iktidar hesap vermez; hesap vermeyen iktidar ise zamanla kendi içinde çözülür, bürokratik atalete, yolsuzluğa ve yönetsel krizlere kapı aralar. Bugün Türkiye’nin önünde duran temel soru şudur: Muhalefet dizaynı bir siyasal tercih olarak mı kalacak, yoksa ülkenin siyasal mimarisini kalıcı olarak belirleyen bir rejim pratiğine mi dönüşecektir? Bu sorunun cevabı, yalnızca muhalefetin kaderini değil, Türkiye’de demokrasinin geleceğini belirleyecektir. Siyasal alanın tasarlanması, bir iktidar için kısa vadeli bir güç stratejisi olarak cazip görünebilir; fakat uzun vadede tüm toplum için yüksek maliyetli bir siyasal çöküş sürecinin taşlarını döşer. Türkiye’nin ihtiyacı olan, siyasal alanı daraltarak rekabeti engellemek değil, tam tersine, demokratik rekabeti güçlendirecek kurumsal güvenlik alanlarını yeniden inşa etmektir. Aksi takdirde bugün yaşananlar, geleceğin daha büyük siyasal ve toplumsal krizlerinin habercisi olmaktan öteye geçmeyecektir.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —